Türkiye güçlendikçe her şeyi çok daha net görüyoruz.

Terörün, istikrarsızlıkların puslandırdığı alanlar çok daha berrak hâle geliyor.

Enerjisi, kabiliyeti yüksek bir milletin neden bazı şeyleri başaramadığını da çok net verilerle tespit ediyoruz.

Neden oto-immün hastalık gibi kendi bedenimize saldırdık yıllardır; sağ-sol, Alevi-Sünni, Türk-Kürt diyerek?

Ve ne neden kendi bağışıklık sistemimizi düşman olarak algıladık; kendi kendimizi yok etme pahasına?

Bu soruların cevabını da çok daha güçlü ve artık kendini tanıyan bir zihinsel berraklıkla veriyoruz.

Ve şimdi anlıyoruz ki, bütün bu karıştırıcı ajanlar, bu ülkenin zenginliklerini, vekâletini üstlendikleri adına korumaya almışlar.

O petrol yatağı dağlarımızda yıllarca ABD adına muhafızlık yaparak, aslında özgürlük mücadelesi verdiklerini iddia ettikleri Kürt kardeşlerimizin özgürlüğünü esir almışlar.

Şimdi, “PKK/YPG kim adına ve hangi bedel karşılığında bu bekçiliği yaptı?” sorusunu çok daha güçlü ve açık delilerle yeniden sorma zamanı.

Yeni bulunan yetmiş milyar dolarlık petrol rezervi düşünüldüğünde belki de bu ülkeyi enerji bağımlılığından kurtaracak fırsatları kim engelledi?

Kürt kardeşlerimizin de artık bazı sorularla çok daha açık bir şekilde yüzleşmesi gerekiyor.

Analarının sütü kadar hak olan doğal zenginliklere, çeşitli maskeler altında el koyanlara hesap sormanın zamanı gelmedi mi?

Artık kendi kendimizi yiyip bitiren bir oto-immün hastalıktan kurtulma zamanı gelmedi mi?

Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılının şafağında kardeş olmanın anlamını da yeniden kavramak, zihin dağıtıcı ajanlardan kurtulmak zorundayız.

Güçlü Türkiye’nin aşamayacağı hiçbir engelin olmadığı kanıtlanmıştır.

Akdeniz, Karadeniz ve artık özgür dağlarımızdan alacağımız enerjiyle bunu ifade ediyorum.

Yıllardır konuşulanların “bir efsane” olmadığını da anlamış olduk.

Evet, bu ülkenin altı da üstü de paha biçilmezmiş.

Anladık değil mi?