Dün vatandaşlık görevimizi yerine getirmek için sandığa giderek cumhurbaşkanını ve TBMM’nin yeni dönem üyelerini seçmek üzere oyumuzu kullandık.

Bu satırların yazıldığı saatlerde seçim süreci hâlâ devam ettiği için sonuçlarla ilgili değerlendirmelerimizi önümüzdeki günlerde yapacağız.

Oyunun değerinin farkında olduğu ve Türkiye’nin gerçek anlamda bir demokrasiyle yönetildiğini bildiği için sandıklara koşan halkımızın özgür iradesiyle aldığı karar, vatanımıza ve milletimize hayırlı olsun.

Adaylar ve ittifaklar arasında aylardır yaşanan kıyasıya rekabete ve birtakım olumsuzluklara rağmen gayet güzel bir demokrasi örneği ortaya koyarak dünyaya ders verdik.

Özellikle son günlerde herkesin gözü ve kulağı Türkiye’nin üzerindeydi.

Sanırım sadece ABD’de yapılan başkanlık seçimleri bu kadar yoğun bir ilgiyle takip edilmiştir.

Türkiye’nin bölgesel ve küresel denklemlerde ağırlığı olan büyük bir oyuncu hâline geldiğini tescil eden bu ilgi, ülkemizin artan öneminden ve seçim sonuçlarının sınırlarımızın ötesinde birçok bölgeye yansıyacak olmasından kaynaklanıyor.

Bu arada, seçim kampanyaları sırasında yapılan açıklamalar, düzenlenen mitingler ve seçmene verilen sözler, Batı medyasının Türk halkının özgür iradesine müdahale çabası, kimin nerede durduğu ve ne yapmak istediği şüpheye mahal bırakmayacak kadar ortadaydı.

Türkiye’yi ve seçim sürecini yakından takip edenlerden birçoğu son yirmi yılda yaşanan büyük dönüşüme ve ülkenin geldiği noktaya, Batı’nın da Erdoğan’ı sırf bu yüzden istemediğine dikkat çekti.

Batı’nın Erdoğan’a düşmanlığını herkes görüyor ve sebebini de çok iyi biliyor.

14 Mayıs seçimleri maskeleri bir kez daha düşürdü ve birilerinin çirkin yüzü tekrar ortaya çıktı.

Demokrasi ve insan haklarından söz ederken mangalda kül bırakmayanlar, Erdoğan’a düşmanlık ettikleri kadar Orta Doğu’daki eli kanlı diktatörleri eleştirmediler.

Çünkü “bağımsız ve güçlü Türkiye” düşüncesine tahammül edemiyorlar.

İstiyorlar ki Türkiye yine kendi millî çıkarlarını bir yana bırakıp onların çıkarlarına hizmet eden güçsüz bir ülke olsun, yamalı bohça misali koalisyonlar tarafından yönetilsin, siyasi ve ekonomik krizlerle boğuşsun, IMF’ye ve Batı’ya mahkûm olsun.

Türkiye’deki seçim sürecini takip eden herkes onların gizleyemedikleri bu arzularını gayet net bir şekilde gördü.

Batı medyasının Erdoğan’a yönelttiği “diktatör”, “otoriter” ve benzeri ithamların asılsız olduğunu, The Economist ve benzerlerinin karın ağrılarının başka sebeplerden kaynaklandığını fark etmemek için zaten aptal olmak gerek.

Özellikle Orta Doğu ve Arap ülkelerinde yaşayanlar bunun farkında.

Göstermelik seçimlerin yapıldığı ve diktatörlerin yüzde 90’ların üzerinde oy alacağının önceden bilindiği seçimlerin aksine Türkiye’deki demokratik yarışın kıran kırana geçtiğini ve kazananın son ana kadar bilinmediğini gördükten sonra Batı medyasının tüm o diktatörlükleri bırakıp Erdoğan’a yüklenmesinin sebebinin demokrasi olmadığını gayet iyi biliyorlar.

Bu seçimde tıpkı Türkiye’de olduğu gibi gönül coğrafyamızda da milyonlarca insan ülkemizin bekası ve selameti için dua etti.

Birçoğu “Keşke ben de Türk vatandaşı olup seçimlerde oy kullanabilseydim” dedi.

Seçim heyecanını âdeta bizimle birlikte yaşadılar.