Doğal ve kabul edilebilir bir kimlik tarifi neye göre ve hangi temel anlayış üzerine yapılmalıdır? Seçenekler alabildiğine çoğaltılabilir. Türkiye’de yaşayan ve Müslüman toplumun bir parçası olarak tercihimizi neye göre yapacağız? Müslüman kimliğini kişisel olarak dinin farklı ve kabul görmüş, binlerle ifade edilen yapılardan, gruplardan bağımsız olarak ve Kuran’ın ifadesi ile “Bugün dininizi sizin için kemale erdirdim, nimetlerimin tamamını size bahşettim ve Bana teslimiyeti sizin dininiz olarak [İslam] belirledim.” Ve Hz. Aişe’ye atıfla “Onun (Peygamberimizin) ahlâkı Kuran’dı.” Tercihi böyle ortaya koyduğumuzda ödünç değerlerle olan ilişkimizi de gözden geçirmek şuuru ve sorumluluğu başlar.

İnsan inanmışsa ve aklî melekeleri yerinde ise örnek insandır; ancak yaşadığımız çağ kesitinde ibadetlerinden taviz vermeyen, ilahi buyruğun belirlediklerinden daha fazlasını yapıp merhamet, iyi huy ve ahlakî bakımdan çürümüş insanların bir kısmı dinin temsilcileri olarak temayüz ederken; ibadetlerini yapmayarak veya aksatarak yapan ve insanları kendilerine hayran bırakacak kadar iyi huylu ve ahlaklı örnek insanlar var. İman, ibadet, amel ve ahlak arasındaki ilişkide temel soru: Dindar ve ahlaksız bir fert mi? Ahlak sahibi bir Müslüman mı?

Ahlaktan arındırılmış bir din anlayışı, din ve dinle anlamlı hale gelen pek çok amel ve kutsalı anlamsızlaştırır. Dini, ahlaktan arındırarak akide ve amele sıkıştırırsanız din de anlam alanından uzaklaşır. Kuran’ı ve hadisleri metinden ezberleten anlam ve muhteva üzerinde durmayan anlayış sahipleri, insanın tefekkür ve şuur merkezlerini yok ettiğinin farkında bile değil. Hâlâ Kur’an mealini okumanın zararlarından söz eden akademik ünvanlı insanlar var. Hadis ve bir takım fıkhi meseleleri ezberleterek düşüncede bir sıçrama yapma vasatı oluşturamayız. Dinin, ahlaki değerleri öğretme ve yaşamadaki rolü görmezden gelinemez; ancak dindar olup ahlaklı yaşama pratiğinden mahrum insan sayısı da oldukça fazla. Son yıllarda “dinin olmadığı durumlarda da ahlaki bir toplum mümkündür” tartışmaları gittikçe taraftar bulmakta ve inanmış insanların dinle ilişkisini olumsuz etkilemektedir. Sosyal medyayı kullanan genç nesil üzerindeki etkisi daha da artmakta ve sosyal dengeyi, aile ilişkilerini bozmaktadır.

Eğitim, ahlaklı ve iyi insan yetiştirme merkezli bir zemin üzerine inşa edilmeli ve insanları diploma kovalayan gereksiz yarışlardan da kurtarmalıdır. Bu hususta Alman eğitim sisteminin, eğitim süreçlerinde yönlendiren ve üniversite önündeki yığılmaları önleyen sistemi ideal örneklerden olmasa da bir örnek olarak kabul edilebilir.

Ahlakı toplumun sosyal norm ve değer sistemi haline getirdiğimizde, toplumun ideolojik, siyasî, etnik, farklı dini inanç ve anlayışlara sahip insanlarını da ortaklaştırma imkânı elde ederiz. Norma dönüşen ahlaki değerler, doğru ve yanlış davranışların belirlenmesinde insanlar arasında kabul edilen bir standart oluşturur. Bu normlar, dinin, dindarlığın, cemaat ve mezhep anlayışlarının etkisi olmadan da toplum içinde gelişebilir ve yerleştirilebilir. Örneğin, birçok toplumda dürüstlük, ötekinin hakkına riayet, adalet, saygı ve sorumluluk gibi ahlaki değerler, dinin etkisi olmadan da önemli bir yere sahiptir. Bu ilkeler dünyanın bütün toplumlarında, ülke ve inançlarda ortak değerlerdir.

Dinin olmadığı durumlarda ahlaki değerlerin korunması ve geliştirilmesi için toplum önderlerinin, fikir adamlarının, eğitimcilerin devreye girmesine ihtiyaç duyulur. Eğitim ve dini kurumlar, aileler, medya ve liderler toplumda ahlaki normların yüceltilmesi ve korunması için öncü rol oynarlar. Önderler ve kurumlar, insanların ahlaki değerleri öğrenmeleri ve bunları hayatlarının bir parçası haline getirmeleri için gerekli ortamı inşa ederek ahlaklı bir toplumun oluşmasını temin ederler.

Ahlak ve akıl, insanı insanileştiren ve diğer varlıklardan farklılaştıran yegâne değerdir. İnsan ahlak vasıtasıyla mükerrem insan mertebesine yükselir ve insanlık ailesi içerisindeki konumunu mükemmelleştirebilir. Kimliğini ahlaki temeller üzerinden inşa edemeyen insanın eylemleri ve hayatı “değer”siz ve “ahlak”sız bir alana sürüklenir. İnsan hayatı, “ahlak” ve değerler hiyerarşisinden bağımsız olarak düşünülemez. İnsan, tabi olduğu ahlaki ve kültürel değerleri iyi davranışa dönüştürüp topluma iyi ve faydalı kıldığı ölçüde saygındır. O halde ahlak insana, insanlığını kazandıran en önemli vasıftır. Ahlak insanı, insan yapan ve diğer canlılardan ayrıcalıklı kılan yegâne unsurdur. İnsan ancak ahlak vasıtasıyla insanlık mertebesine yükselir ve insanlığını mükemmelleştirebilir. O zaman insanın esas kimliği ahlaki kimliğidir. Ahlaki yönü öne çıktıkça insanın, insanlığı artar. Mülk ve para tutkusunu, yanlışlarını, ötekiye haksızlığı ibadetlerle örten ve kutsalları kullanarak yanıltan anlayış sahipleri, problemli tiplerdir ve tutumları ahlakilikten uzaktır. Deprem yardım kampanyalarına katılarak bağışta bulunduğunu ilan edip, yardım etmeyenleri bu çerçevede değerlendirmek mümkündür. Bu davranışın yasal bir yaptırımı olmasa da bağışlamadığı yardım miktarı kendisine ve ailesine helal olmaz; ahlak normlarına da uygun değildir.   

Mümkün ile meşru, helal ile yasal, amel ile ahlak kavramları arasında doğru ve ölçülebilir bir ilişki kurarak yeniden düşünmek gerek. Adalet ve hak kavramlarını da bu vetireden değerlendirmek ve fertten başlayarak toplumu dönüştürmek mümkündür.