Yenieğitim-öğretim yılı başlarken Tanzimat’tan bugüne yalpalayan eğitim sistemi üzerine bir şeyler söylemek ve tarihe not düşmek gerek. Biliyoruz ki eğitim camiası ve eğitimle ilgili bürokrasi, bildiğinden veya bildiğini düşündüğü şeylerden başka her şeye kapalıdır. Tanzimat'la birlikte Batı bilgi ve eğitim teorisine teslim edilen eğitim sistemi, birlikte yaşamayı ve farklı dini, etnik toplulukları eşitleyerek bir arada yaşatmayı hedef olarak koymuştu. II. Abdulhamit, Batı’nın azınlıkları peyderpey imparatorluktan koparacağının farkına vardığında eğitimi din ağırlıklı planlayarak ve Batı’nın bilimini de koruyarak Müslümanları bir arada tutabileceğini düşünmüş; bunda da muvaffak olamamıştı. Cumhuriyetle birlikte pozitivist ve tek parti döneminde de pragmatist bir eğitim sistemi benimsendi. Buradan itibaren din ve coğrafyadaki toplulukların inanç sisteminden beslenen kültür de ortadan kaldırıldı. İniş ve çıkışlarıyla 1980 darbesine kadar sürdürülen eğitim sistemleri, din kültürü ve ahlak bilgisi sosuyla yeni bir sürece girdi. Zorunlu eğitim süresinin artırılması üzerine toplumun ekseri çoğunluğunun dini kaynaklara dayalı eğitim talebi de önemli ölçüde engellendi. Peki bugün ne haldeyiz?

“Yarısı doldurulmuş bir bardağın ne kadarı doludur?” sorusunun cevabını verecek düzeyde bir analitik kavrayış öğretemeyen bir sistemin uygulayıcısı olarak mutlu muyuz? İlköğretim birinci kademeden itibaren bütün öğrencilerin önüne üniversiteyi bir hedef olarak ortaya koyan bir eğitim sisteminin başarısından söz edilebilir mi? Soruya muhatap yarışmacının telefon jokeri olarak iletişim kurduğu ve cevabını öğrenmeye çalıştığı bu sual karşısında öğretmeni ne düşünmüştür? Aldığı ücretin yetersizliğinden yakındığı kadar başarısızlığı ve/veya yetersizliği karşısında az da olsa utanmış mıdır?

İlköğretimden üniversiteye 25 milyon öğrencinin eğitim süreçlerinin içerisinde olduğu bir Türkiye'de yaşıyoruz. Bu aziz ülkede yapılan kamuoyu araştırmalarında Türkiye'nin eğitim problemlerinin sorgulandığını ve ihtiyaçlar sıralamasında kaçıncı sırada yer aldığını hatırlayanınız var mı? Öğretmenlerin ekonomik ve özlük haklarına dair kıyameti koparan sendikalar, Türkiye'nin eğitim ve kültür meselelerine dair kaç rapor yayınladılar ve hangi önerilerde bulundular? Nitelikli öğretmen yetiştirme konusunda bir önerileri var mıdır?

Kamuoyu yoklamalarında ekonomik sorunları birinci sırada görenler, yarınlarda var olmanın biricik teminatının çocuklar ve gençler olduğunun farkında mıdır? Az bir varlıkla geçinmek mümkün olabilir ancak yetişmemiş, rekabet gücüne ve bilgi birikimine ulaşamamış bir nesille yarın varlığımızı sürdürme imkânı olmayacaktır. Gelin eğitim ve kültür meselemizi ihtiyaç sıralamasında ilk sıralara çıkaralım ve eğitimi diploma ile eşitleyen paradigmanın aptallığının farkına varalım. Duvar ustası, marangoz, elektrik teknisyeni, aşçı, bilgisayar operatörü hatta ziraatçı ve çoban yetiştirmeyen, hayvancılık yapacak çiftçisi olmayan bir ülke nasıl ayakta kalabilir?

Eğitimde cinsiyetçi tartışmaları tutuşturan çevreler, genel anlamda meslek ve tarım liselerinden, teknoloji ve iyi mekanik ustaları yetiştirecek okullardan neden bahsetmez? Ara eleman bulamayan işletmelerden haberdarlar mı? Tersaneler su altı kaynakçılarına döviz karşılığı ciddi ücretler ödemeye hazırken işin ustaları neden yok ve onları neden yetiştiremiyoruz? İlköğretimin ikinci kademesinden itibaren ciddi ve dikkatli bir yaklaşımla öğrencilerin doğru yönlendirileceği eğitimle, Türkiye'nin ihtiyaçlarını dikkate alan bir planlama yapılmalıdır. Hangi iş kolunda, ne zaman, nerede ve kaç kişinin istihdam edileceğinin planlamasını yapamayan bir ülke ayakta kalamaz.

Konya, Muş, Çukurova ve Mezopotamya’nın verimli topraklarını işleyecek çiftçi planlaması da bu anlayışa dâhil edilmelidir. 20 katlı binalarda, uzaktan eğitimle, yazıcıda üretilip imzalanan diplomalarla, sadece vasfı kendinden menkul, niteliksiz fakat özel pozisyonlara talip ve iş beğenmeyen, bilgiyi diploma ile anlamlandıran insan tipleri yetiştiriliyor. Diplomalı bu yeni nesil takım, yetiştiği vehmiyle iş beğenmeyerek işsizliği artırıyor. Bu savurganlıkla insan kaynaklarını planlayamayan ülke de her alanda zarar etmeye devam ediyor. Beğenmediği işte istihdam edilen mülteciye karşı ötekileştirici tavır sergileyen diplomalı yetersizlere bu bağlamda düşünmeyi öneriyorum.      

Eğitimi, Batı normlarına teslim etmek kadar, Doğu-Batı karşıtlığı üzerinden tartışmak da anlamını yitirmiştir. Bütün süreçleri Batı bilim anlayışına göre tasarlanmış eğitim kurumlarının levhalarındaki millînin ne anlama geldiği de ayrıca düşünülmelidir. Müslüman dünyanın bilimdeki öncülüğü sona erdikten itibaren Orta Çağ, hâkim çizgileri itibarı ile bütün dünyada aynılaştı. Tanrı/Allah-merkezli/merkezci dünya görüşünün hâkim olduğu bu anlayış, Cumhuriyet modernleşmesi sürecinde bizi başka bir Batı ile karşılaştırdı: insan-merkezci (hümanist, pozitivist) Batı!  Belli inanç ve değerler hiyerarşisi içinde var olmuş bir toplum, aniden bireyci ve insan-merkezci bir anlayışla karşı karşıya getirildi ve taklit sınırlarını aşamayan gardırop modernliği dayatıldı. Saat durdu. Dinle ilişkisi koparılan ekseri çoğunluk merdiven altı bir dindarlığın kucağına itildi. Dindar insanlar da çocuklarını bu eğitim süreçlerine eklemledi. Modern eğitim görmüş insanlar, ilkokuldan başlayarak Roma’nın, Greklerin/Atina’nın mirası ve devamı olan bir medeniyetten beslenen ve adında millî ifadesi bulunan bir eğitim gördü. Merdiven altı dindarlık, millî ama neyin millîsi olduğu net olmayan insan merkezli Batı bilgi anlayışına (epistemoloji) teslim bir eğitim arasında, melez zihin sahibi nesiller yetişti. Bu tespit; dini aidiyeti, etnik kimliği, ideolojik kabulleri gözetilmeden her bir fert için geçerli. Tanzimat’tan itibaren bize Batılı modern dünya görüşü, insanlığın evrensel ve nihai görüşü olarak öğretildi.

Değirmeninde öğütüldüğümüz eğitim sistemi, her birimizi melez bir kimlikle toplumun farklı katmanlarında var etti. Bir kısmımız İbrahimi geleneğin içinde Roma-Atina/Grek geleneği dâhilinde dindar kalmaya çalışırken bir kısmımız da aynı gelenek ortamında sosyalist, laik, muhafazakâr, milliyetçi ve ulusalcı oldu.  

Eğitim sistemimizin yerli ve Türkiye merkezli bir düşünüşle var olacağı temennisiyle herkesin başarılı bir yıl geçirmesini dileriz.