Eski bir Ezop masalı kısa olduğu kadar manidardır ve şöyledir: “Çadırda çobanlar koyun kesip yerken tilki gelmiş ve şöyle demiş: Eğer sizin bu yaptığınızı ben yapsaydım dünyayı ayağa kaldırırdınız!”

Tilki kim, çoban kim? Roller değişti artık. İnsanın mahiyeti değişti. Hızlıyız. Teknoloji kısmen emrimizde. O kadar hızlıyız ki merdiven bile çıkmıyoruz, adım atıyoruz ve merdiven bizi çıkarıyor. Roller değişti. O kadarını da bekleyemeyecek olanlar asansöre biniyor. Teknolojinin artması, manayı azalttı. Dini hassasiyetimizin azalmasının bile bununla bir ilgisi var. Eski (ki tarih, gelenek, dil eskir mi bu da ayrı bir soru) teknoloji ilerledikçe uzaklaştı bizden. Az önce teknoloji kısmen emrimizde derken ne dediğimin farkındaydım. Çoğunlukla biz teknolojinin emrindeyiz çünkü. Ancak farkında değiliz. Eğer teknoloji dile sahip olsaydı ve ilk kurulduğunda bize bunu deseydi dünyayı ayağa kaldırırdık! Mana değişti, artık hayatımızın her alanında makineler var. İlkokul fişlerinde bile. Eskiden Ali Ata Bak diye fiş vardı, çocuklar okumayı ve yazmayı öğrenirken at buna aracı oluyordu. Amcamın çocuğunun fişinde görmüştüm ilk, değişmiş: “Arabadan egzoz çıkıyor” tarzında bir cümle olmuş. At, bizde eğitici bir hayvandır, kutsaldır. Araba, binektir, makinedir. Alırsın, satarsın, ikinci elini ararsın. At, yaşlansa üzülür, ölse yasını tutarsın, derdini anlatırsın ata. Mektup yazarsın, derdini paylaşırsın, seneler geçer o mektup çıkar gelir bir yerlerden, hatırlarsın. Bugün derdini, şöyle kendince havalı birkaç aforizmayla sosyal medyaya yazarsın, onda da 140 karakterlik bir sınır vardır ve değeri aldığı beğeni sayısıdır. Sonra başka gönderiler… İki güne sen bile unutursun. Hızlıyız. Dergi alıp saklamazsın artık, sevdiğin yazar zaten sayfanın resmini internete yükleyecektir, okursun, beğenirsin ve vazifen tamamlanmış olur. Yazıyı arada bir açıp okumazsın, çünkü gerilerde kalmıştır, yerine binlerce gönderi eklenmiştir. Japonya’da yalnız yaşayan yaşlılar için oyuncak torunlar yapılmış. Vakit geçirecekler. Kendilerini iyi hissedecekler. Makineler arttıkça, insani ilişkiler de azaldı tabi. Torunuyla oynayıp günlerce özlemesine gerek kalmadı, oyuncakla “mış” gibi yapacak, kısa sürecek ama olsun, artık hızlıyız. Hız çağındayız. Ve makinelerle tıpkı torunlar gibi yapay mutluluklar peşindeyiz. Saçlarımız daha parlak gözükmeli, şampuanlar ararız. Cildimiz için kremler vardır, sakalımız beyazlayamaz, boyatırız. Yorgunluğun ilacı uyku, sevdiğinle bir kahve değildir; vitaminler vardır artık. At ilacı, geçsin hemen. Makineler ve hız. Zamanı ölçmek saatin icadı ile başladı, daha doğrusu kolumuzda bize vaktin her an geçtiğini hatırlatan bir makine ile beraber hızlı olma ihtiyacımız da doğdu. Saatten önce vakti ezan ile güneş belirliyordu, güneş tik tak atmaz, ağır ağır doğar ve batar. Bunun psikolojik etkisini de işin ehli anlatsın. Hızlıyız. Günlerce anlatacağımız hatıralar yok, bir saniyede çekilmiş fotoğraflarımız var artık ve onları da hafıza doldukça azar azar siliyoruz. Önemi yok, yine çekeriz. En son hangi çiçeği kokladınız desem verecek cevap bulamazsınız çünkü çantanızda parfüm var.

Bunları kanıksadık artık. Buyuz biz. Geri dönemeyiz. Bu hengâmenin içinde dinginliği yakalamak zorundayız ama. Ezop’un masalını boşverin. Beni de boşverin. Gerçekten huzurlu musunuz yoksa eksik bir şeyler var mı?