Güzellik algısı yıllar içinde değişti, ama toplumun dayattığı standartlar hep aynı baskıyı sürdürdü: “Kusursuz görünmelisin.” Oysa insan bedeni, tıpkı ruhu gibi benzersizdir. Her iz, her ben, her çizgi bir hikâyedir; yaşanmışlığın, mücadelenin, sevincin ve yorgunluğun sessiz tanığıdır. Bedeninle barışmak, bu hikâyeyi reddetmeden sevmeyi öğrenmektir. Çünkü kendini inkâr eden, aslında hayatı eksik yaşar.

Kendini olduğu gibi kabul etmek kolay değildir. Çevre, reklamlar ve sosyal medya sürekli “daha iyi” bir versiyonumuzu hayal ettirir. Herkes aynı kalıba girmeye çalışırken, farklı olmanın güzelliğini unutur. Oysa gerçek özgürlük, eksiklerini değil; doğallığını kabullenmekle başlar. Aynadaki yansımanı eleştirmek yerine ona teşekkür et; seni hayatta taşıyan, düşerken kaldıran, her gün yeniden başlatan o bedendir.

Kişisel bakım, dış güzellikten çok iç huzurun yansımasıdır. Yeterince uyumak, su içmek, bedeni hareket ettirmek, ruhu dinlendirmek… Bunlar makyajdan, serumlardan ya da pahalı krem kutularından çok daha derin bir etki bırakır. Çünkü güzellik, bir parfümün kokusunda değil, kendine gösterdiğin saygıda gizlidir. Gerçek bakım, görünmek için değil; iyi hissetmek için yapılır.

Bedenine iyi davrandığında, ruhun da şefkatle karşılık verir. İnsan kendine nazik olmayı öğrendiğinde, başkalarına da merhametle yaklaşır. Çünkü kendine barış açan, dünyaya da barış sunar. Unutma, kendine özen göstermek bencillik değil; yaşamın en temel sorumluluğudur. Bedenine minnetle bak, ona iyi davran. Zira bedenin, ruhunun evi; hayatın en sadık yoldaşıdır.