Türkiye, Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarına yönelik hak ve menfaatlerini koruma kararlılığını uluslararası hukuk çerçevesinde attığı fiili ve hukuki adımlarla ortaya koymaya devam ediyor. Türkiye’nin bu eylemlerinin,hiçbir devlete karşı örtülü veya açık bir saldırganlık niyeti taşımadığı çok bellidir. Buna rağmen, Ankara’yı uluslararası platformlarda yalnızlaştırmak için sıkı bir lobi faaliyeti yürütüldüğü, kara propaganda yapıldığı net bir şekilde görülebiliyor.

Türkiye’nin, Doğu Akdeniz’de deniz güvenliğini sağlamak adına yürüttüğü başarılı politikaya büyük destek veren ülkelerin başında, Pakistan geliyor. Pakistan, Kurtuluş Savaşı ve Kıbrıs Barış Harekâtı gibi en zorlu dönemeçlerde, uluslararası politik baskılara rağmen somut yardımlarıyla Türkiye’nin yanında yer almış ender ülkelerden biridir. Günümüzde ise Akdeniz Kalkanı Harekâtı’na katılımıyla, Türkiye’den yana olan tarihsel tavrını bir kez daha ortaya koymuştur.

Pakistan her fırsatta Türkiye’nin, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’deki haklılığını desteklediğini ifade etmekten geri durmadığı gibi bu hususta “bizim kaynaklarımız, sizin kaynaklarınızdır” felsefesini kendisine rehber edinmiş bir vaziyettedir. Pakistan nükleer silah teknolojisine sahip dokuz ülkeden biri olmasının yanı sıra deniz, hava ve kara gücü bakımından da yerkürenin en güçlü ordular sıralamasında ilk yirmi ülke arasında yer alıyor. Bu yüzden 220 milyonluk nüfusuyla dünyanın en kalabalık beşinci ülkesi olan Pakistan’ın askeri caydırıcılık kapasitesi oldukça yüksektir. Yunan medyasının Pakistan’ın Doğu Akdeniz’deki rolüne dikkat çekmesi buradan ileri gelmektedir.

Türkiye ile Pakistan’ın, askeri ve savunma alanında başlattıkları projeleri daha geniş sahaya yaymaları gerekmektedir. İki ülke arasındaki bu denli tarihi bağlara ve işbirliğine rağmen ticaret hacminin bir milyar doların altında seyretmesi, her iki ülkenin potansiyelini yansıtmaktan çok uzaktır.

Ticari ilişkilerin beraberinde eğitim, kültür ve sinema konularında da ortak projeler yapılması, her iki ülkeye yumuşak güç bağlamında önemli kazanımlar sağlayacaktır. Dahası Türkiye ile Pakistan arasında güçlü, kalıcı ve zengin içerikli işbirliği programlarının hayata geçirilmesi, Akdeniz’den Umman Denizi’ne kadar uzanan bölgenin güvenlik, istikrar ve refahına şüphesiz kayda değer katkılar sunabilme imkânına sahiptir. Tüm bu fırsatlar, zaman kaybetmeden değerlendirilmelidir.

Benzer durum Azerbaycan için de geçerlidir. Üç ülkenin Keşmir, Kıbrıs ve Karabağ konularında ortak çözümler üretmek kadar, bölgesel diğer sorunlar için de yoğun bir teşrikimesai yapmaları önemlidir. Her şeyden önce Doğu Akdeniz, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da tehlikeli bir şekilde tırmanan çatışmalarda adı geçen üç ülkenin sonuç alıcı bir şekilde birlikte hareket etmesi yenilenmekte olan uluslararası politik yapının şekillenmesinde anahtar bir rol oynayabilir.

Azerbaycan, Pakistan ve Türkiye’nin sahip oldukları coğrafi özellikler ve kaynaklar dikkate alındığında bunların toplamının küresel ve bölgesel güç merkezlerinde meydana gelebilecek kırılmalara etki düzeyinin yüksek olduğu göze çarpar. Ancak burada söz konusu olan jeopolitik bir güç gösterisi değildir. Esas maksat, üç ülkenin her alanda bölgesel ve küresel barışa omuz verebilecek nitelikte, sürdürülebilir, diğer bölge ülkelerine açık, uzun vadeli girişimlerde birlikte hareket etmeleridir.

Ayrıca küresel düzeyde silahlanma yarışının hızlandığı hassas bir dönemde, kırılgan bir coğrafyada yer alan adı geçen üç ülkenin, tek başına bölgesel veya küresel çapta meydana gelen krizleri, uzun süreli yönetme ya da üstesinden gelme gibi yeterli bir kaynağı yoktur. O halde bölgesel ve küresel krizlerden azami ölçüde korunmak için üç ülkenin geniş tabanlı işbirliği yapması kaçınılmazdır.