Hikâyeler hikmet doludur çoğu zaman.

İşte bir hikâye:

Devesiyle bir adam yol alırken, çitle çevrili uzun bir alanın yanından geçiyor ve elini uzatarak o bahçenin meyvelerinden yiyordu. Çitin sonuna doğru gelirken, bunları gören bir kişiye selam verince, adam selamı alarak şöyle sordu:

-Ey yolcu! Yolculuk nereye?

Adam biraz da rahat ve övgün haliyle;

-Hacca diye cevap verdi.

Bu sefer diğeri;

-Kişi hac yolunda günah işler mi?

-Bu nasıl soru? Tabii ki işlemez!

Adam;

-Ama sen isliyorsun!

Adam kızar;

-Nasıl işliyorum? Hani ne gördün?

-Daha ne göreceğim? İşte devenin üzerindeyken, bu bahçenin meyvelerini yiyorsun ya!

-Ama ne yapayım! Göz hakkı değil mi?

– İyi de sahibinden helallik aldın mı?

Adam bir cevap veremeden yoluna devam edip gider.

İSLÂM DÂVÂSI HAC YOLUNA BENZER

İslâm Dâvâsı Hac yoluna benzer. Hac yoluna çıkan kimse günah işler mi?

Hele bir de ihrama girdiyse. Ot koparmak bile yasak.

Pekâlâ, İslâm Dâvâsı diye yola çıkan nicelerinin yaptıkları ne olacak?

Kadın/ kız karmakarışık ve giyim, konuşma, bakışma, hele bir de tokalaşma varsa.

Hani haramlar, hani yasaklar, hani Allah Rasulünün sav dâvâsını tebliğ ederken kadın ve mahremiyet duygusuna sahip çıkma?

Böylesine bir gidiş asla başarı elde edemez. Ancak düşmanlara katık olur.

Ne yazık ki gerçek değerleri kaybederek gidiliyor çoğu zaman. Yol aldık zannediliyor. Hayır, geriye bile değil, yeraltına doğru ilerleniyor o zaman.

TV’lerde yapılan boy boy İslamî(!) programlara bakıyorsunuz. Onlarca açık bayan vs.

Evvelce edep gerek Yunusça…

Yoksa o eğer, yük olur insan doldukça…

Zaten böyle böyle alıştırıldı gözler.

Benim Anadolulu bacımın, o iffet abidesinin utanma duygusu böyle yok edildi.

ŞEHVET ÜZERİNE KURULU TUZAKLAR

Ne yazık ki şehvet üzerine kurulu bir tuzağa gidiyor dünya.

Bütün pislikler âdeta bir iyilikmiş (!) gibi sunuluyor. Şu sosyal medya var ya!

Ne büyük felâket!

İşte kıyamete yakın hayânın kalkacağına dair hadislerin ispatı.

İnsanlar yiyip içtiklerini, gezip gördüklerini ve sahip olduklarını; çocuklarını ortaya dökerek başkalarının imrenmesini istiyor/sağlıyor. Bununla tatmin olup kendini avutuyor.

Asıl yurdun ahiret olduğunu unutuyor.

Ne elde ederse ve nasıl gelirse gelsin hiç fark etmiyor. Haram duygusu yok ediliyor.

KADIN HER MEKÂNDA

Kadının girmediği mekân kalmadı. Kurum, kuruluş ve sanayiler dahil. Dini hizmetler adıyla da idari kadrolara dahil olunca, sanki mahremiyetin önemsiz olduğu algısı ortaya çıktı. Önce kapalı, sonra açık da olsa gözler alıştı ne yazık ki. Hele TV’lerde açık ve makyajlı bir bayanın, bir din adamıyla yaptığı programlara ne demeli?

İşte gerçek algı. Nasıl olsa dini program. Çok iyi. Bak neler soruyor kadın! Hayret!

İşte insanın içindeki mahremiyet duygusunun yok oluşu. İşte şeytanın sağdan vuruşu.

Artık gözler alışıyor, gönüller yara alıyor. Hatta ‘ne büyük hizmet'(!) ifadeleri dillere dökülüyor. Kadının giyim, kuşam ve tarzı maalesef sohbetten daha çok insanları meşgul ediyor.

LÜKS OTEL VE MEKÂNLAR

Sakın lüks oteller, lüks mekânlar ve lüks hizmetkârlar(!) sizi aldatmasın. Seminer, konferans, ya da benzerleriyle İslâmî hizmet ve program yapıyoruz diyerek kendimizi avutmayalım.

Bilelim ki, bir günahın olduğu ve sessiz kalındığı bir yerde, bin sevabın hiç bir değeri yoktur.

Zamanın bu acımasız ve pervasız havasına kendisini kaptıran her kişi ve kurum, Allah katında büyük bir vebale girmiş demektir.

Böylesine gaflet dolu bir hal ve hayatın hesabı çetin olacaktır. Ödenen onca meblâğlar da ayrıca sorguya alınacaktır.

Allah Rasulü Efendimizin(sas) kadınlardan biat alırken bile gösterdikleri titizliği unutmamak lâzımdır.

Ne acıdır ki düğünler de bir felâket oldu.

Edep ve hayâ kalktı. Gelini o dikkat çekici haliyle herkes görür oldu. Nedir bu gaflet? İnsan ölmeyecek mi? Hesaba çekilmeyecek mi?

Anne babalar, çocuğunun gönlünü yapacağım(!) derken, Allah’ın gönlünü kırıyorlar. Bu, hem kendilerinin hem de o çok sevdikleri yavrularının ateşe atılması demektir. Var mı bundan ötesi?

Bundan 30/40 sene önce, İslâm davası ve heyecanıyla ağlayan baba ve dedeler, anne ve nineler, bugün hangi halet-i ruhiye ya da yaşayış içindeler acaba?

O gün taviz vermeyenler, bugün taviz mi veriyor yoksa?

ALTIN KÂSELERDE SUNULAN ZEHİR

Batının batıran adetleri uygulanarak yapılan İslamî hizmetler (!) âdetâ, altın kâselerde sunulan zehire benzer. Ne yazık ki bizi böyle tuzağa düşürüp avladılar. Aliya rahmetlinin ifadesiyle; düşmana benzediğin an, mücadeleyi kaybetmişsin demektir.

Zaten “Kim bir kavme benzemek isterse, o, onlardan olur” hadisi şerifi bu konuda yeterlidir.

Ekran önü ya da arkasında asli hüviyetini kaybederek yapılan sözüm ona tebliğler…

Ya da halka değişik görüşler sunup taraf toplayacağım veya birilerinin gözüne gireceğim derken şirazeden çıkan kişi(lik)ler… Tabii ki onca tabîsini de sapıklığa götürenler…

Efendimizin (sas) dualarıyla dua edelim:

“Allah’ın ismine sığınıyor ve Allah’a tevekkül ediyorum. Allah’ım! Doğru yoldan sapmaktan ve saptırılmaktan, kaymaktan ve kaydırılmış olmaktan, haksızlık etmek ve haksızlığa uğramaktan, saygısızlık etmek ve saygısızlığa uğramaktan Sana sığınırım.” (Tirmizî, Deâvât, 35; Ebu Dâvûd, Edeb, 112)

Rasûlullah sav Efendimiz yine buyururlar:

“Karanlık geceler gibi, birtakım fitneler ortalığı kaplamadan evvel, sâlih ameller işlemekte acele ediniz! Öyle zamanlar geldiğinde insan, sabah mü’min iken akşama kâfir olarak çıkar; akşam mü’min iken sabaha kâfir olarak çıkar. Dînini küçük bir dünyalığa satar.” (Müslim, Îmân, 186)

Rabbimiz muhafaza eylesin!

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ ACİLEN İPTAL EDİLMELİDİR

Ya geç evlilikten şikâyetlere ne demeli?

Ne gerek kalsın ki, sevgili ya da arkadaş adıyla yaşamak varken.Okullu, üniversiteli… Ne tahsil ya!

Sonra da kavgalar ve ötesi.

Ahlâk ve edebimizi mahveden bu sözleşme ve diğer güya kadını koruma kanunu derhal hükümsüz olmalıdır.

Yazık oldu gençliğimize,

Yazık oldu ailelerimize,

Yazık oldu milletimize…

Bunun vebalini iyi düşünmek gerekir!

İşte azgın LGBT’ci ve benzerleri.

Hep bunlardan yüz buldular.

Allah sonumuzu hayreylesin!