Eğitim ve öğretim teknik olarak okulların işidir. Okullarımız fikir olarak aydınlarımızın, ulemanın, bilge insanların, âlimlerin ve akademisyenlerin, derdi davası olan, sevdası olanların işi değil midir?

Eğitimin dört sütünü; öğretmen, öğrenci, okul ve müfredattır. Bu dört unsuru anlamlı kılanda ulvi bir hedefi hedef olarak paydaşlarına vermesidir.

Talebelerimizin de mekteplerimizde verilen bilgileri alabilecek kabiliyet ve donanımda olması gerekir. Mizacımıza göre bir eğitim almak zorunluluğumuz var. Yüzme bilmeyen birine yüzme tekniklerini anlatmanın hiçbir anlamı olmaz. Bu teknikleri yüze bilen birine anlatmak anlamlı olur.

Çıraklığımız kabiliyetimize uygun alanda olmazsa verim alma şansımız da olmaz. Her şeyden yarım yarım verilen bilgiler yüzeysel kalır ve derinlik oluşturmaz. Hareketi başlatamaz. Yarınlarımızı şekillendirecek olanların, bu günün çırakları olduğu unutmamak gerekir.

Anaokulundan üniversiteye kadar çocuklarımıza ikinci bir yuva olan mekteplerimizi en kuvvetli şekilde desteklemek, çocuklarımızın kabiliyetleri ölçüsünde çok amaçlı eğitim verebilecek donanımda olmalarını sağlamak milli bir ödev olmalıdır. Mekteplerimizde kurulacak olan çok amaçlı beceri atölyeleri desteklenmeli, çocuklarımızda bulunan yetenekleri keşfedecek şekilde de dizayn edilmeli.

Mekteplerimiz bu amaçla çağın usul ve esaslarına uygun yeniden yapılandırmak çağın da bir gereği. Bu mekteplerin müfredatları verimlilik ve kaliteyi esas alarak, gereksiz ve hayatta karşılığı olmayan kuru bilgilerden, teoremlerden, formüllerden ayıklanarak, yerine şuurun, bilim öğrenme aşk ve şevkinin verildiği, talebelerimizin her alanda kendi çapları ölçüsünde üretime katıda bulunduğu gerçek atölyelerde hayallerinin peşinde koşacak şekilde bir dönüşü başlatmak zorunda.

“Milli mekteplerimiz aynı zamanda bu milletin mektepleridir.” Bu milli mektepler bir uyanışı, bir dirilişi, manaya yükselişin fitilinin ateşlendiği cazibe yerlerine dönüşmeli.

Usul ve esasımızı nereden alırsak alalım, asırlardır dimdik ayakta duran şanlı tarihî geçmişimiz, örf ve adetlerimiz, Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar geniş bir gönül coğrafyamızın varlığı bize bu özgüveni verdiği gibi bizden de beklenti ve ümitleri arttırmakta. Tüm bu beklentileri ve duyguları yeniden Süleymaniye’nin kubbesinde toplama mecburiyetimiz var.

Mekteplerimizin üstleneceği bu yeni rol; Anadolu coğrafyasının bozkırlarında, nisan yağmurlarının da etkisiyle yeniden yeşermesine, dallarlın meyve durmasına, diriliş tohumlarının gönüllerimizde karşılık bulmasında başat rol oynamasına sebep olacaktır.

Bir milletin mektepleri bulundukları yörelerde deniz feneri olmaya başladığı zaman, milletine ümit aşılayacaktır. Bu aşının tutması çok da uzak değildir.

Üreten bir Türkiye’nin ilk meyveleri, mekteplerimizin atölyelerinden fışkırarak, dalga dalga yayılarak en sonunda üniversitelerimizde patentli ürünler ve buluşlar olarak sevincimiz olacaktır.

Kalite ve verimlilikten ödün vermeden. Çağını değil çağlar öncesinin muştularını kulaklarımıza fısıldayacak nesillerimiz sanatta ve estetikte, mimaride, teknik ve teknoloji, her alanda kendisine biçilen rolü en iyi şekilde icra ederek üretim atölyelerinde sabahlamanın zevkini yaşayacaklar/ yaşatacaklar. Karanlıklar aydınlığa gebe, gelecek mekteplerimizde, üretim bantlarında sabahlayan gençlerimizin alın terlerinde.

Mekteplerimizdeki uyanış ve diriliş gençliğimizi yeniden “KIZILELMA” hayalleri kurmaya sevk edecektir. Ecdadının hayallerini bir bir gerçekleştirerek, kendisini takip edecek olanlara da yeni hayallerin ülküsünü verecektir.