Ezbere bilmek, bilmek değildir. Ezberlediğinizin kalıcılığı olmadığı gibi, elde ettiğiniz bilgilerde oldukça sıkıcıdır. Tüm kainatı kitabın sayfalarına sığdırmak ne kadar mümkün?

Öğrenmelerimizin %65’i bir müfredata bağlı kalmadan öğrenilen bilgilerden teşekkül ediyor. Yani ders kitaplarından öğrendiğimiz bilgiler, sığ sularda yüzmek gibi. Asıl öğrenmelerimiz etkileşimde bulunduğumuz, istek ve arzu duyduğumuz konuların peşinde koşturarak öğrendiğimiz bilgilerden oluşmakta. Bunun içinde mekânlara, zamana ve ders kitaplarının yüzeyselliğine pek ihtiyaç yok.

Google gibi bir arama motorunun olduğu bir zaman diliminde yazılı yoklama yapmanın, ezbere öğretilen yüzeysel bilgilerin bir hafta sonra ezbere olarak cevaplarının alınması, bu alınan cevaplara göre de çocuklarımızı değerlendirmek ne katar mantıklı? Ne kadar adil? Bu değerlendirme sonuçlarının geçerliliği ve güvenirliği ne kadar güvenilir?

Öğrencilerimizin %61,17’si görerek, dokunarak, yaparak ve yaşayarak öğrenen öğrenci grubumuz var. Bu çocuklarımız geleceğin mühendis beyinleri. İnşaaAllah gelecekteki büyük köprülerimizi bunlar yapacak. Bu tip öğrenme stiline sahip olan öğrencilerimiz yüzeysel bilgilerden, yüzeysel öğrenmelerden çabuk sıkılır ve dikkatleri dağılır. Derse odaklanamazlar. Yazamaya dayalı ödevleri yap/a/mazlar. Öğretmenleri tarafından da ilgisiz, dikkatleri dağınık, yaramaz ve sorumsuz öğrenciler olarak addedilirler.

Gerçekte bu öğrenciler böyle mi? Hayır tam tersine. Bu tip öğrencilerimiz derinlemesine bilgiye ihtiyaç duyanlar. Dokunarak, parçalayarak, bir araya getirerek, bir model yaparak öğrenen öğrencilerdir. Laboratuar derslerindeki heyecanlarına bir bakın. Deney yaparken gösterdikleri gayret ve çabalarını yakından gözleyin göreceksiniz.

Model yapmada, araç gereç tamirlerinde, pratik çözümleri bulmada ne kadar başarılı olduklarını gözden kaçırmayın. Bu tip öğrencilerle ders işlerken, kitap sayfalarındaki yazı işleri onlara öğretmek değil, onların gönül açlıklarına derman olmaktır. Yani onlara bilgileri kullanarak üretmeyi öğretmektir.

Üreterek öğrenen bir öğrenci grubumuz nasıl heba ediliyor? Bu çocuklarımıza kendi başlarına bir şeyler yapma fırsatı verilmedikçe, korkak, asalak ve tüketici bireyler haline getirerek köleleştiriyoruz.

Bu öğrencilerimiz on iki yıllık zorunlu(!) eğitim yıllarını bomboş, üretimden uzak geçirirken, aşağılık kompleksleri içinde ömürlerini çürütüyorlar. Çünkü ezbere sınavlarda ve hele testler de pek başarılı olamadıklarından öğretmeni ve velisi tarafından bin bir sıfatla yaftalanıyorlar.

Tüm hayatı boyunca bu çocuklarımız her nereye giderlerse gitsinler zincirleriyle gidiyorlar. Zincirleri onları hiç yalnız bırakmıyor.

Kitaba girmiş bilgilere önem veriyoruz. Onların önemli olduğunu zannediyoruz. Hâlbuki kitaplar çok sığı, hayatımızı ummanlar kaplıyor. Ummanlara dalmadıkça da öğrenme olmuyor. Sığ kıyılarda zincirlerimizle dolaşıp duruyoruz. Ekilmemiş topraklar ne kadar bereketli olursa olsun, ne kadar gübreli olursa olsun, yüzlerce çalı ve dikenlerle dolar. İşte ruhlarımızda böyle.

Her şeyden azar azar verilen bilgiler, derinlemesine verilen bilgilerin yanında bir mum ışığına benzer. En küçük esintide söner gider. Çünkü “her yerde olan her yerden uzaktır.” Her şeyden azar azar bilende hiçbir şeyi tam olarak bilemeyendir.

Gençlerimizde öğrenme heves ve sevgisini uyandırmak zorundayız. Bunun da yöntem ve teknikleri bellidir. Herkesi fıtratına göre bir eğitime tabii tutmak. O halde niçin bir insanı kendisinde olanla değerlendirmiyoruz? “Aradığımız kılıcın değeridir, kınının değil?”