Bizim vakıf sistemimiz üzerine hem Türkiye’de hem de dünyada binlerce akademik çalışma yapıldı ve hâlâ bu sistemin mükemmelliğini ortaya koyan çalışmalar yapılıyor.

Şöyle diyor Sultan II. Bayezid, Ekrem İmamoğlu’nun “yok” dediği vakfının temel düsturlarını açıkladığı vakfiyesinde: “…her kim vakfın baki kalmasına çaba gösterirse, dünyada iyilerden sayılır. Ahirette de güzel ecir, bolca sevaba layık olur” Bu vakfiye şu anda Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’nde 911:128/172-175 numarayla kayıtlı. Ekrem Bey, bu mazbut vakıfla ilgili bir şeyler öğrenmek isterse kolaylık olsun diye evrak numaralarını da yazdım. Aslına bakarsanız II. Bayezid-i Veli Vakfı hakkında yüzlerce belge şu anda Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivleri’nde bulunuyor.

Ekrem Bey’in mensubu olduğu siyasi parti Şeriye ve Evkaf Vekaleti’ni lağvedip, tüm vakıf mallarını müsadere etmemiş; hatta binlercesini haraç mezat satmamış olsaydı şimdi tüm bunları konuşuyor olmazdık zaten.

GEZİ PARKI ASIL SAHİBİNDE

İstanbul’a 40 gün boyunca korkunç bir Vandalizm yaşatanların kendilerine üs olarak seçtikleri Gezi Parkı’nın, gerçek sahibi olan vakfa devredilmesi birilerinin canını fena halde sıktı. Öyle ya, Batılı devletlerin teşviki ve uluslararası medya kuruluşlarının kesintisiz canlı yayın desteğiyle gerçekleşen eylemlerin odağında değildi sadece burası. Aynı zamanda “ terör örgütleri panayırı”nın da sembolik tapınağı haline gelmişti.

Köprülerden tünellere; demiryollarından havalimanlarına kadar insanların hayatlarını kolaylaştıracak tüm hizmetlere kulp takan bir zihniyetten “vakıf kültürü”nü anlamasını beklemiyoruz elbette. Çünkü onlar, Diyanet’e devlet kasasından neden bütçe ayrılması gerektiğini dahi bilmiyorlar. Bu yüzden aynı nakaratı tekrar edip duruyorlar.

Biz yine de söyleyelim: Osmanlı ve Selçuklu döneminde inşa edilen cami, mescit ve medrese gibi ibadet ve eğitim kurumları vakıf eseri olarak kurulur ve buralara gelir getirmek için dükkân, arsa, çarşı gibi akarlar vakfedilirdi. Bu sistem yüzlerce yıl kesintisiz ve sorunsuz bir şekilde sürdü. Bizim vakıf sistemimiz üzerine hem Türkiye’de hem de dünyada binlerce akademik çalışma yapıldı ve hâlâ bu sistemin mükemmelliğini ortaya koyan çalışmalar yapılıyor. Bu sistem, vakıflarla akarlarını ayırıp tamamını devlet hazinesine, oradan da pek çoğunun satıldığı 1926’ya kadar yaşadı.

Yani eğer camiler bu gelirlerinden mahrum kalmasaydı, Diyanet’e bu miktarda bir bütçe de ayrılmak zorunda kalınmazdı. Diyanet’in bütçesini diline dolayanlar, yavuz hırsız misali ev sahibini bastırmaya çalışanlara benziyorlar.

VAKIF TALANI 2008’DE BİTTİ

Ne yazık ki, 1926’dan 1972’ye kadar binlerce cami, medrese, türbe, zaviye ile gelir getiren arsa, zeytinlik, otel, çiftlik, bahçe, dükkan ve çarşı satıldığı için eğitim ve dini kurumlarımız öksüz kaldı. Bu durum Hükümetin 2008’de yenilediği Vakıflar Kanunu’na kadar sürdü. Bu tarihte kabul edilen 5737 sayılı yasa ile, yöneticisi kalmadığı için “mazbut” olarak tanımlanan vakıflara malları iade edilmeye başlandı. II. Bayezid Vakfı da onlardan sadece birisi. Bugün vakfa sadece 29 bin metrekarelik Gezi Parkı değil, Pera Palas Oteli, Vefa Lisesi ve Şişli Etfal Hastanesi gibi başka yapıların mülkiyeti de devrolmuş durumda. Bugün itibariyle 1014 taşınmaz kendi vakıfları adına tescil edildi. Yani mekan asıl sahibine geri döndü.

CHP iktidarında toplam 2.631 cami ve mescit, 255 medrese; 125 adet ise hastane, otel, arsa, misafirhane ve imaret benzeri yapı satılmıştı. Ne yazık ki DP ve sonrasındaki iktidarlarda da bu talan sürmüş, 1972’ye kadar 348 cami ve mescit ile 79 imaret, medrese ve dükkan gibi mülkler, arsasının kıymeti sebebiyle satılmıştı. Şimdi sıra bu eserlerin gerçek sahibi olan vakıflara iade edilmesinde.

Parsel parsel satmanın kitabını okumak isteyenlere tek parti rejiminin yaptığı vakıf talanı bolca malzeme veriyor. Tabii ideolojik gözlüklerini çıkartıp, hakikati arayana.