Türkiye dünyanın her hangi bir yerinden gelen herhangi bir mülteci için ideal nihai hedef değildir. Daha emniyetli veya refah seviyesi daha yüksek bir hayat için yola çıkanların asıl hedefi ya Avrupa Birliği’dir, ya da ABD. Zira ülkemizin son 10 yıldır içinden geçtiği türbülanslı dönem, sonradan göçüp gelmiş bir insanın "daha iyi bir yaşam" hedefine ulaşmasını oldukça zor kılıyor. Bu insanların Türkiye’de olmalarının çok pragmatik bir sebebi var: Avrupa'ya giden yolun üzerindeyiz.

İnanın fırsatları olsa hepsi Avrupa'ya gitmek ister, önlerine bir buton koysak "bastığınız anda Avrupa'da olacaksınız" desek, basmayacak mültecinin yüzdesi, bir elin beş parmağını geçmez. Çünkü Avrupa'da kimse onlara 5 liralık evleri 10 liraya kiraya vermiyor. Çünkü Avrupa'da kimse onları en beğenilmeyen işlerde asgari ücretin altında çalıştırmıyor.

Çünkü Avrupa'da devletler onlara önce eğitim sağlıyor sonra da bir işe yerleştiriyor, bu süreçte de kirasını ve geçimini sağlıyor, çocuk başı da 300 euro çocuk parası veriyor. Çünkü Avrupa'nın buna gücü yetiyor, çünkü Avrupa bizim Avrupalı olmak için şapka devrimi yaptığımız yıllarda sanayi devrimini yaptı. Bizim Başbakan astığımız yıllarda Avrupa Birliği’ni kurdu. Bizim ülkemiz işsizlik kıskacında boğulurken, Avrupa ikinci sanayi devrimini yaptı, üstelik eleman sıkıntısı çektikleri için bizim gençlerimizi biz Avrupa'ya işçi olarak gönderdik.

Ne bu sendeki Avrupa hayranlığı diyeceksiniz... Değil, bu hayranlık değil, sadece gerçekçilik. Biz 80 yıl uyurken, adamlar 80 yıl yol gitmiş, üstelik bizimkilerin girmediği ikinci dünya savaşından birçok Avrupa ülkesinin yer ile yeksan çıkmasına rağmen, arayı açmış gitmişler. Kendimizi kandırmanın, polyannacılık oynamanın bir alemi yok. Yirmi otuz yıldır silkelendik, ayağa kalkmaya çalışıyoruz ama, bu ara kolay kapanacak bir ara değil. Yani sonuç şu: Mülteciler bulundukları yerden memnun değil. Gelelim ev sahibine...

Devlet mecbur, iltica edene iltica edemezsin diyemez, uluslararası hukuk var, mülteciler nizamnamesi var, bağlı olduğu uluslararası anlaşmalar var. Türkiye adeta bir huni gibi, huninin geniş ağzı olan doğu ve güneydoğudaki zor kontrol edilebilen sınırlarımızdan girenler, huninin dar ağzı olan batı sınırlarımızdan geçemiyor,

zira orada arkasında bütün AB'nin finansal gücü olan Bulgaristan ve Yunanistan'ın almış olduğu önlemler var. Halkın bir bölümü ise, ırkçı unsurların algı operasyonları ile muhalefet partilerinin mülteci meselesini siyasi bir malzeme haline getirmesinin üzerine, bazı mültecilerin işlemiş olduğu suçlar nedeni ile, mültecilere karşı gitgide daha keskin bir tavra bürünmüş durumda.

İslami hassasiyeti olan insanlar ise, mazlum ve mağdura sahip çıkmanın faziletinin bilincinde olan insanlar ise, bütün ekonomik olumsuzluklara rağmen, bir kesim mültecinin haddi aşan söylemlerine ve eylemlerine rağmen, bu mazlumlara ev sahipliği yapmayı farz kabul edip sabırla mültecilere sahip çıkıyor.

Sonuç:

Bu göçmen akınının sebebi Batı. Ortadoğu'ya demokrasi getireceğim diye Ortadoğu'yu kan gölüne çeviren batı, refahını, sömürdüğü Afrika'ya, Ortadoğu'ya borçlu olan batı.

Ne yapmalı?

Batıyı, sebep olduğu problemi çözmeye ikna etmeliyiz. Bu insanları evinden yurdundan edenler, yaptıklarının faturasını ödemek zorunda.