Tür olarak insan, cins olarak erkek ve kadın olmak üzerinden bireysel olarak varlık niteliğimizi hatırlamak gerekiyor.

Ancak, bunu düşünebilmek için son yarım asırdır insanı kendinden uzaklaştıran ve kendine yabancılaştıran barikatları aşmak zorunda şimdi insan!

Düşünmeyi, akletmeyi sekteye uğratacak pek çok kanala rağmen büyük handikaplara ve büyük sendromlara yol açacak varlık bilincini tazelemek gerekiyor ilkin…

Kendi varlığının; önce öğreti gücü, şekil verme yetisi, hassas duygularıyla hoyratlığın önüne geçebilme melekesini ve vazifesini hatırladığında kadın, geleceğin onun elleriyle yoğrulduğunu fark edecektir.

Her erkek evladı doğuran bir anne… İlkin evlatlarının, sonra eş olarak erkeğinin kalbine ve aklına düşen izlerin mimarı olduğu gerçeğini çözümlediğinde kadın, zarif varlığının bir zarafet mektebine dönüştüğünü anlayacaktır!

Peki, bir kadın cins olarak varlığını nasıl yeniden keşfedecek?

Kadın olduğu hakikatinden hareketle “olmak”lığını nasıl hayata aksettirecek?

İşte bu soruların cevabı yine kendi kalbinde ve aklında saklı kadının. Yüksek melekelerle yaratılmış olduğunun farkındalığını hiçe saymadığında kendine inancı artacak ilkin.

Pek çok şeyi bir arada düşünebilen, pek çok alanı koordine edebilen zekası; başlama, yürütme, bitirme ve ikram etme enerjisiyle yönetim kabiliyetine inanmakla başlayacak bu keyifli hafıza tazelenmesi.

Yetersizlik hissi ile değil, yetip de artacak kadar paha biçilmez emek verme potansiyeli olduğunu görecek sonra.

İmanlı kalbi ile bir evin huzurunu inşa etmekle kalmayıp, “Vatan sağ olsun!” deyişinde saklı bir vatanın hürriyetini inşa ettiğinin farkına varacak.

Beklentisiz yardımlaşmasında, komşuluk iletişiminde aktif rol oynayışındaki faydayı okuduğunda kopuk halkaları birbirine ekleyerek zarif bir zincir oluşturan sarrafa benzetecek kendini.

Bağ kurucu vasfıyla, evinden akrabalarına, mahallesinden, sivil toplum kurumlarına, şehirlerden vatanının tüm sınırlarına erişecek ve bu güçlü yetisiyle halkasını genişleteceğine inandığında başlayacak kedere değil kadere imza olmayı.

“Neden kadın olduğu…” sorusunun, cevabını inandığı dinde ve hayatın içinde bulmayı başardığında zavallı kostümünden sıyrılıp şefkatten ve zarafetten mülhem bir gücün kisvesine bürünecek.

Peygamberlerin, ashabın, İslam âlimlerinin, sultanların, başarılı yöneticilerin, güçlü kimliklerin saçına illaki bir el değdiğini ve o elin bir kadın eli olduğunu sıklıkla hatırladığında çözecek “kadın olmanın” ehemmiyetini.

Yitikler üzerinden değil, başarı ve kazanım üzerinden yol aldıkça aşacak barikatları.

Azlıktan şikayetle değil, yokluğa isyanla değil, sunulanın hikmet barındıran varlığına göz koyacak mesela…

Hayal ürünü yahut ütopik örneklerle değil, Batılı gelişim metotlarıyla değil, öz kültüründeki rol modellerden ilham aldığında başarının “zor” ile ilişkisini çözümleyecek.

Mesela yemek kültürümüzden pay çıkardığında şaşıracak kendi zekasına, şefkatine, pratik çözüm üretme kabiliyetine ve elindeki lezzetin tarife dönüşmüş izahına…

Yokluk zamanlarında iki kaşık mısır ununa biraz yağ biraz peynir katarak kavuran Karadenizli kadının mıhlama (kuymak) tarifinde saklı varlığını keşfettiğinde, eylediğinin bir gün bir marka gibi kabul gördüğünü fark ettiğinde kendi varlığındaki zaman aşırı yeteneğin gücüne inanacak.

Farkındalığı gerçekleştiğinde fark ettirebilecek kadın kendini. “Kadını anlamak” kendisinden kendisine ulaşacak bir yola çıkmakla başarılacak bir yolculuktur çünkü.

Kadın varlığını ilkin kendi anlayacak ki, kendini anlatmakta zorlanmasın.

Varlığına saygısızlığı, ruhuna zulmü reva görmesin!

(Devam edecek inşallah…)