Yaratılışında net, detaydan azâde düşünce biçimi, kayırıp kollamaya yönelik vasıfları ve savaşçı melekelerle kodlanmış erkeğin güçlü iradesi deformasyondan korunmalı.

Çünkü erkek tarafından kadının melekelerini, zaaflarını, yeti ve yeteneklerini aşikar edecek erkeğin sahip olduğu bu yetiler feraset ve basirettin örtülmesini engelleyen, akli bir mercek hükmündedir.

 Fıtri özelliklerini yitirmemiş erkek ve kadın birbirini yaratılış hikmeti üzerinden okuduğunda ve imani bir tedbirle birbirine hürmetsizlikten kendini alıkoyduğunda  toplumun en küçük birimi aileden başlayarak akrabaya, bulunduğu mahalleye, semte, şehre hasılı bir ülkenin yönetimine sirayet edecek bir insanlık menkıbesi yazılabilecektir!

Bu argümanımızın ispatı mazimizde gerek belgeler, gerek eserler ve gerekse sair coğrafyaların Osmanlı Devleti hakkında kayda geçtiği tarihi notlar ile sabittir!

Osmanlı Devleti’nin dünyaya altı asır hükümferma oluşundaki başarı ve hikmetin erkeğin ve kadının Vahy-i İlahide izah bulduğu biçimde ve fıtri nitelikleri göz ardı etmeden kabul edilerek hayata yansıtılmış olmasından mülhem olduğu muhakkak görünüyor!

Zira köklü geçmişimize baktığımızda, İslâmî prensipleri esas almış Osmanlı Devleti’nde şehrin silûetine yansıyan kadının elini, emeğini 100 yıl sonra bile hissedebiliyoruz. Yedi cihan sultanları Mihrimah Sultan, Nurbanu Sultan, Mahpeyker Kösem Sultan, Emetullah Rabia Sultan’ın gayret ve şefkatleriyle inşâ ettirilmiş, imaretler, külliyeler, su sebilleri, çeşmeler ve dahi kadın zarafetinin taşa düşmüş hâline şahit olduğumuz camiler, gönül zenginliğinin, yoldan, yolcunun hâlinden anlamanın işareti hanlar bize devlet yönetiminde kadının varlığının medeniyet inşâsında ne denli ehemmiyetli olduğundan söz ediyor. İnkâra mahal tanımayacak bu söz ediş, günümüz şehirlerinde bize hâlâ kadının sadece sesi, sözü ve sazıyla değil, taş üstüne taş koyarak şehirlerin hem maddî, hem manevî yüzünü nasıl değiştirebileceğinin izahını yapıyor.

Velev Osmanlının hanım sultanları maddî yatırımlarla bir şey inşâ etmemiş olsun. Osmanlı Padişahlarının inşâ ettiği maddî-manevî her değer bir annenin evladı olan, bir hanım sultanın sinesinde durulan bir erkek yöneticinin İslâm Devleti olma yolunda ilerlerken, yaratılış hikmetlerini esas almış olduğunun izharıdır ve her ne eylemiş ise gözünde bir kadının sureti, kulağında bir kadının sesi, kalbinde yine bir kadının hürmeti ve sevgisi, aklında bir zarafet timsali vardır ve bu “var”lar tastamam kadının ve erkeğin “varoluş” hakikatiyle uyumludur!

Modern ve post modern zamanları soluduğumuz bu yüzyılda, çok değil tek bir örnek bile kadını nasıl hak etmediği bir süreçten geçirerek hak etmediği bir serüvenin sahte ve metalaştırılmış kahramanı hâline getirildiğini görebiliriz.

Evet, o basit misali verelim ve hem hanımlardan, hem beylerden verdiğimiz bu küçük misale dokunmalarını isteyelim. Tek bir kalemde, çok basit ve bir o kadar aşinası olduğumuz bir eşya üzerinden kadınlarımızın fıtratları üzerinde oluşturulan baskıyı ve o baskının tezahürlerini duyumsamaya çalışalım:

Öz kültürümüzde giyim tarzımızı belirleyen yumuşacık ve çiçekli desenleriyle, sırmalı kaftanlarıyla zarafet timsali olan kumaşlarımızı hatırlayalım Bir pazen, bir empirme, bir saten, bir ipek kumaşa dokunmayı deneyelim. Sonra o kumaşa dokunuşumuzun, parmak uçlarımızda, aklımızda, kalbimizde (içimizde) oluşturduğu tesirin tadını yorumlayalım.

Sonra Amerika’nın işçilerin ağır çalışma şartlarına dayanıklı amele giysisi olarak ürettikleri branda kumaştan imal edilmiş kot pantolona, naylon taytlara dokunalım. Ve yine tahlil edelim dokunuşumuzun oluşturduğu hissi.

Nasıl dönüştürüldüğümüzü ve fıtri özelliklerimizi terk etmek için en basit eşyaların bile Batılın amacına hizmet eden araçlara dönüştürüldüğünü fark edelim.

(Devam edecek inşallah…)