İnsanlık tarihi yazılırken kadının varlığı ya bizatihi yahut dolaylı olarak (bir erkeğe ana olarak) aktif ve etkin bir rol üstlendi. Bu rolün izdüşümüyle insan dünyayı ya âbâd eyledi, ya azâd eyledi, ya da ezâya, zulme mahkûm eyledi.

Dünya doğusu ve batısıyla, kuzeyi ve güneyiyle, kırsalı ve kentiyle hep bir sebeb-i vücûd hükmünde olan kadının varlığından neşet ederek inşâ edildi.

Bu açıdan baktığımızda, kadın hayatı ya direkt varlığı ile yahut bir erkeğe nakşettiği, şefkat, sevgi, muhakeme, adalet nakışlarıyla bir görgü mektebi olarak şekillendirme yeti ve yetkisini anladığı nispette varlığı gerçek izahını bulacaktır.

Bununla birlikte, olumsuz, vasıfların bozulmuş hali kadın fıtratında yer etmesi halinde yetiştirilen evlatlarla toplum düzenindeki aksaklıklarında farkındalığında kadınların payı olduğu gerçeği ihmal edilmemeli.

Zira kadın genlerinin erkeksiliğe evrilerek dönüşüp bozulması ile anne-çocuk bağından başlayan ve topluma sirayet eden erdem ve inanç zafiyetleri sadece bulundukları toprakları değil, uzak coğrafyaları da dehşet ve vahşet rüzgârlarına katıp sürüklemekte.

Unutmayalım ki, kadın bir erkekle bütünleşince varlığı ehemmiyet kazanıyor. Ve her kadın bir erkek ve her erkek bir kadın ile varlığını izhar edebiliyor. Bu ikili yaratılış hikmetince nesillerin devamı ve toplum ahlakında muazzam bir mesuliyet taşıyor.

Dolayısıyla kadının eş olarak, anne olarak, mü’min olarak her coğrafyanın kaderinde dahli kaçınılmaz oluyor.

İşte Yaratıcımızın ikrâmı bu döngüsel varoluşu ve döngüsel sürecin ehemmiyetini fehmeyleyen ve o fehm ile idrak kapılarını ardına kadar açan ceddimiz; tarih sayfalarına düşen gerçek olduğu kadar, üç kıtaya hâkim olan bir medeniyet inşâsı ile kadını anlamanın hayatı anlamak olduğunun izahını ve ispatını tarihe kaydetmiş.

Sadece bize değil, kulaklarını tıkayan, gözlerini kapayan, bugünün “büyük gücü” olarak tabir edilen ve dünyaya fıtrat asimilasyonu ile zulmü, ezâyı, hoyratlığı, sömürmeyi, tüketmeyi tüm dünyaya servis eden Batı ülkeleri de bu ispattan nasibini almış.

Onlar biliyor bu hakikati ancak bizim coğrafyamızda bir komplekse dönüştürüyor bu varlık bilinci!

Kadın, bir coğrafyada aslî melekelerinden ve fıtri özelliklerinden “izm” uzantılı ideaların dünyaperest hesaplarıyla uzaklaştırılmış ise o topraklarda insanlık adına bir medeniyet inşâsı mümkün olamayacaktır!

Zira Yaratıcının hayatı idame ve ikame formülleriyle muazzam bir biçimde kodladığı kadınının zarif ve naif fıtratı, hayatın hoyrat, çirkin ve vahşi alanlarının terbiyecisi hükmünde bir dengedir.

Kadının asli fıtratını fenizm, kapitalizm, materyalizm gibi süfli ve fani dünyayı bakiymişçesine yücelten idealar ile deforme etmiş coğrafyalarda görüp göreceğimiz; merhametten, şefkatten, zarafetten, incelikten, letafetten yoksun, hayvanî bir bencillik ve vahşetten başka bir şey olmayacaktır.

O coğrafyalarda insanın izahı kendini koruyan ve fakat kendinden başkasını parçalamaya amade bir hayvan-ı natık şeklinde olacaktır, ki malûm, onlar için bir medeniyet inşası söz konusu bile değildir!