Geçenlerde Fatih Mutlu’nun çağrısını gördüm telefonda.

Tanıyanlar telefon ile münasebetimi bilir. Zayıftır.

Genellikle, çağrıları sonradan görüp geri arıyorum.

Fatih Mutlu’ya dönüşüm de öyle oldu.

‘Mustafa Kutlu’nun hangi kitabını seviyorsunuz, diye küçük bir soruşturma yapıyordum, o sebeple aradım abi’ dedi.

Aradığımda sayfalar bağlandığı için nezaketen,‘seninle de bilâhare yaparız’diyerek gönlümü aldı.

Eş dostun,Mustafa Kutlu’nun hangi kitabını daha çok sevdiğini Fatih’in bu küçük soruşturmasıyla da öğrenmiş oldum.

Fatih’le‘bilâhare’de anlaştıysak da, bilvesile söyleyeyimMustafa ağabey’in en takıntılı olduğum kitabı ‘Yoksulluk içimizde’dir.

Öteki kitapları azkıymetli, o daha kıymetlidir anlamında söylemiyorum.

Hafızam yanıltmıyorsa (Gugılladım yanıltmıyormuş.) ‘Yoksulluk içimizde’,1981 yılında, Çankırı’da mesken tuttuğum, ‘Ethem Darende’nin‘İhvan Kitabevi’nde geçti elime.

‘Mürekkebi bile kurumamıştı’ desem yeridir.

Dosto’nun bütün eserlerini okumaya azmettiğim günlerdi.

Dosto okuyanlar bilir. Üstüne okuyacağınız her roman şerbet gibi kalır.

‘Yoksulluk içimizde’yi okumak için riskli bir vakitmiş.

Ne yalan söyleyeyim, Dosto okurken araya sıkıştırdığım bir çok kitabı,bir kaç paragrafından sonra (Dikkat! Bir kaç sayfa değil, paragraf) fırlatıp attığım vâkîdir.

Sevgili Ethem yayınevlerine sipariş verirken,bazen ben dekatkıda bulunurdum. Dört gözle beklediğim kitapların geldiğine rastlarsam, kolilerin açılması, tasnif edilmesi ve etiketlemesine yardımcı olurdum.

İhvan kitabevi’ni mesken tuttuğum için rast gelmemekmümkün de değildi.

Daha koliler açılır açılmaz, ayırırdım beklediğimkitapları.

‘Yoksulluk İçimizde’nin akıbeti de öyle oldu. Görür görmez kaptım.

‘Gönül işi’ ve‘Yokuşa akan sular’ı okumuştum ancak, okuduğum kitaplardan bir kitap olarak kalmışlardı.

Mustafa Ağabey’in hikâye ve yazılarını kayda değer buluyordum. Hareket Dergisi’nde şiir ve desenlerini görmüşlüğüm, yazdıklarından daha renkli bir insan olduğu yönünde bir kanâat uyandırmıştı bende.

Ancak, bu defa farklıydı. ‘Yoksulluk İçimizde’şiirsel bir isimdi ve çarpıcıydı.

Dosto’ya taktığım günlerdi ve araya sıkıştırıp bir kaç saatte okuyabileceğim incelikte olması ayrıca sevindiriciydi benim için.

‘Bu kısa hızlı bir roman’ dedim, ‘Roman olmayı başaramamış bir uzun hikâye’dedim. Tekrar okudum.

‘Bu uzun şiirsel bir hikaye’dedim. Döndüm, bir kere daha okudum. ‘İrticali kısaroman’fikrinde karar kıldım.Tekrar okumalarım ‘Dosto’ya dönüşümü uzattı.

Mustafa ağabeye hikâyecilikten çok şairliği yakıştırırım.

Hikâye ve şiir kitapları için total düşünmemek lâzım.

Bir hikaye kitabı tek bir hikâyeden, şiir kitapları tek bir şiirden ibaret değil çünkü.Hatta,‘hikâye albümü, şiir albümü’demek daha doğru.

Karanlık, sıkıcı bir Çankırıgününde, ‘Mustafa Kutlu’ ile radyo konuşmasına denk geldim.

‘Nasıl yazdığını’ soruyordu spiker.

‘Kalemi alır, başlarım yazmaya’ dedi. Mustafa ağabey.

‘Hikâyeciler öyle yazmaz, ‘Şairler’ yazar.

Bize Mustafa ağabey’i sevmek ve alıp yazdıklarını okumak düşer.

Unutmadan…

Dostlar,Dosto’dan önce gelir benim için.

İlhami Atmaca