Önce bizim, sonra solcuların böyle bir derdimiz var mı, diye sormak lazım.

Eminim kimse böyle bir derdinin olmadığını söyleyecek.

Bilinçli bir okuyucunun zaten böyle sıkıntıları olmaz.

Neyi okuyup okumayacağına, eser sahibinin ‘ideolojisine’ bakarak karar vermez bilinçli okuyucu. İşin hakikati bu.

Ancak, kazın ayağı hiç de öyle değil.

İslamcı yazar ve şairlerin ne yaptığını merak etseler de, takip ettiklerini sanmıyorum.

Hatta, önemsemedikleri ve umurlarında bile olmadığına eminim.

İslâmcıların varlıklarını gösterebildikleri tek alanın, ‘hatta biricik alanın’ şiir olduğu gerçeğini onlar da inkâr etmiyor.

En azından ‘yakın zamana’ kadar öyleydi.

Biz de inkâr etmeyelim, şiir dışında varlık göstermiş ‘hikayeci, romancı, resim sanatçısı yahut grafik sanatçımız yok.’

İslâmcı bazı şair ve yazarların, kimi solcu şair ve yazarlarla ‘temas’ kurduğunu görüyoruz.

Bu teması ‘ahbaplık’ düzeyine de vardırıyor, ortak projeler bile yapıyorlar.

Bunda hiç bir beis yok.

İslamcıların çaba ve özverileriyle gerçekleşen bu diyalogların, sonra ‘neye dönüştüğüne’ de şahit oluyoruz. İçinde neşet ettikleri kültüre de, eski dostluklarına da sırt çeviriyor. ‘İslâmcı mutantlara’ dönüşüyorlar.

‘Öykünmeyle’ başlayan bu ilişki ‘dikkat çekse de’ muteber olmuyor.

İtibarları, ‘solcuların egosunu okşadığı sürece’ devam edebiliyor.

Solun edebiyat-sanat ile ilişkisi ve pazarlanışıyla alakası var.

Bir kere herifler işlerini ‘sıkıcı’ yapmıyorlar.

Sanat ve edebiyat çabaları ‘merkez medyada’ yankı bulabiliyor.

‘Popülerliğe açık bir vasata sahipler.’ Genç şairlerin meşhur olma hevesleriyle bu imkanlardan etkilenmeleri normal. Solun iltifatını bir itibar vesilesi görüyorlar.

Solcu bir şair ve yazarın İslâmcıların iltifatından bir kıvanç duyduğunu sanmıyorum.

Öyle olsa bile bunu öne çıkartmıyorlar.

Bahsetmek durumunda kaldıkları en fazla ‘İsmet Özel, Necip Fazıl, yahut Sezai Karakoç’tur.’

Biraz daha zorlasak Cahit Zarifoğlu’nu aşmazlar. Cahit Koytak sıralamaya bile girmez, ‘Şaban Abak, Necat Çavuş ve Sıtkı Caney’in’ adını bile duymamışlardır.

Hikayeci olarak ‘Mustafa Kutlu’dan’ öteye geçmezler.

‘Peki, şimdi soralım, böyle olmakta haksızlar mı?’

‘Bizde sanat-edebiyat işleri iltifat görecek kadar yolunda mı?’

‘Bir sinemamız, resmimiz, fotoğrafımız, heykel sanatı fazla kasar da, rölyef, hiç olmasa soyut üç boyutlu bir sanatımızdan bahsedemiyoruz.’

‘Hat, tezhip ve minyatür sanatı’ zaten ‘tedavülde olmayan’ sanatlardan olduğu için bahse de meseleye dahil etmeye de gerek yok. ‘Geriye şiir, hikaye ve roman kalıyor.’

‘Asım Gültekin’in’ çabalarını takdirle emekleyen çizgi (karikatür ve mizah) bir de.

Ne yazık ki, iç rahatlatan bir cevabım olmadığı gibi eleştirim de çok.

Niteliksiz köşe yazarlarının bolluğunu rahmet sayacak halimizde yok.

Maalesef, ülke sanat ve edebiyatındaki ‘derin kültürel yarık’ insafsızlığın sebebi.

‘Milli bir edebiyat değil, birbirini tekfir eden sağ, sol ve İslâmcı edebiyat var.’

Trajik.

Sanatın ‘birey çabasıyla var edildiğini’ hesaba katmadan, ‘İslamcı edebiyat ve sanattan’ bahsetmek sakil. Maksat ‘vurun abalıya’ olunca sakilliğe kim bakar?

İslâmcıların okur olarak, bir ‘kompleks’ taşımadığını söylemeliyim.

Bunun ‘İlim Çin’de olsa gidiniz’ hadisinin var ettiği bir ‘bilinçle’ olduğunu iddia edecek değilim ama ‘alicenap’ bir tavır olarak görülmeli.

Meselâ, biz (en azından ben) bir sol şiiri okurken, şair ideolojisinin doktriner vicdanına uygun yazmış mı bu şiiri diye bakmıyorum.

Solcu şairlerin, deneysel söyleyiş arayışlarına insafsızca yüklenmiyor, dünya görüşüne bir zarar veriyor mu dangalaklığına taşımıyorum.

Onlarda kendilerine böyle insafsız eleştiriler filan da getirmiyorlar.

Koca (!) ‘Hilmi Yavuz’ bile böyle bir hataya düşebiliyor İslâmcılar söz konusu olduğunda.

“İslamcı kimlik örtüsü altında bir kısım genç şairin, doğrudan ya da dolaylı olarak İslam’la ilişkili olduğu su götürür şiirler yazdığını bildirmenin zamanı geldi. İslam’la ilişkileri bağlamında olduğu kadar, yazılanların ‘şiir’ olup olmadığının bile tartışılmasının zamanı da.”

Kendini İslâmcı, dindar, Müslüman olarak tanımlayınca, beğlerin tavrı böyle oluyor.

‘İslâmcıysan, İslâm referanslı şiirler yazacaksın yani.’

Bağlamından çıkmayacaksın. Yoksa, ‘lâik sanatın malı (!) seküler tematik zenginliği’ şiirine taşırsan sana ‘had’ bildirmeye kalkışırlar.

‘Diyalektik’ bu baylara özgüdür ve sadece onların malıdır çünkü.

‘Mikail Söylemez’in, Hece dergisi’ndeki bir yazısında ‘Hakan Şarkdemir’in şiiri’ üzerine söylediklerinden hareketle ‘sert’ gitmiş usta.

Günümüzün genç, orta yaş İslamcı şairlerin birçoğunun şiirini ‘kitch’ olarak nitelemiş.

Orada dursa iyi. ‘Metin Eloğlu’nun daha önce denemiş olması patentinin ona ait olduğu anlamına gelmeyecek ‘deneysel’ çabayı ‘Hakan Şarkdemir’in de tecrübe etmesi’ öteki İslâmcı şairlerin şiirini geçin, ‘Şarkdemir’in kendi şiirlerine’ şamil edilemez.

Ayrıca ‘bir şairin dil oyunlarına girişmesinden’, ‘bir medeniyeti kitch’e dönüştürme’ tespiti de nasıl bir ‘uçukluktur’ beğ abi?

‘En baba şair bile olsa’ bir şiirinde yaptığı oyunlar medeniyeti ‘kitch’e’ dönüştürme gücüne sahip değildir. Belki ‘birkaç şiiri’ kabul edilebilir.

Ayrıca, Sezai Karakoç’un şiir yazdığı bir ülkede, Şarkdemir’in şiirinin nerede durduğunu sorguluyor ve İslamcı şiir, ‘Yedi Güzel Adam’la bitti mi gerçekten?’ diye soruyor Yavuz.

‘Yedi Güzel Adam’ neredeyse kendi çağdaşı şairler.

Abandığı genç şair Hakan Şarkdemir ile aralarında hiç yoksa ‘40 yıl’ var.

‘Yedi Güzel Adam’ın’, İslâmcı genç şairlere ‘tesiri olabilecek’ bir ‘şiiri’ var mı o bile tartışılır. Rahmetli ‘Cahit Zarifoğlu’ 7 Güzel Adam metaforunu kullanmasaydı esamileri bile okunmayacaktı bugün belki de.

‘Böyle söylemem kimsenin zoruna gitmesin.’

Yavuz’u suçluyor muyum?

‘Gördüğü üzerinden’, yakışanı yapıyor.

Birkaç ‘ahbap çavuşun’ bir araya gelip çıkardığı ‘dergilerde’ malzeme bol.

Yayınlanmış metinler ‘Ahbap çavuş yazı ve şiirleri.’ Çoğunlukla.

Hal böyle olunca ‘niteliksiz metinlerden de’ geçilmiyor ortalık.

Yalan mı?