Genetiği değiştirilmiş organizmalar… Kısaca GDO’lu ürünler olarak ifade edebiliriz. Biyoteknolojik yöntemlerle, kendi türü dışındaki bir türden gen aktarılarak belirli özellikleri değiştirilmiş bitki, hayvan ya da mikroorganizmalar olarak tanımlanıyor.

Dünyanın hemen her yerinde hakkında ciddi tartışmaların yapıldığı GDO’lu ürünlerle ilgili çalışmalar, 1985 yılında başladı ve 1996’dan itibaren üretimine başlandı. Bugün başta ABD, Arjantin, Brezilya, Kanada, Hindistan ve Çin olmak üzere birçok ülkede yaklaşık 140 milyon hektar alanda soya, mısır, pamuk, kanola, patates, domates, pirinç, buğday, muz, ahududu, keten, çilek, kiraz, ananas, biber, şeker pancarı, kavun, karpuz gibi bitkiler ile bazı balık türleri GDO’lu bir şekilde üretiliyor ve dünyanın her tarafına yayılıyor.

GDO’lu ürünlerin üretiminde dünya genelinde 60 milyon hektara yakın alanla soya birinci sırada gelirken, ikinciliği yaklaşık 35 milyon hektarla mısır, üçüncülüğü ise yaklaşık 15 milyon hektarla pamuk almakta. Bunlardan soya ve mısır, 800’den fazla tarıma dayalı endüstriyel ürünün ham maddesini ya da bileşenini teşkil etmekte. Dolayısıyla bu bitkilerden üretilen yan ürünlerin kullanıldığı bütün ürünlerin GDO’lu olma ihtimali taşıdığı rahatlıkla söylenebilir.

Gıda üretiminde kullanılan E101 Riboflavin, E150 Karamel, E153 Carbon black, E160 Lycopene, E161 Cryptoaxanthin, E620 Glutamic asit gibi onlarca gıda katkı maddesi de GDO teknolojisi ile üretilebilmektedir.

Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) başı çektiği birçok ülke ve bu ülkelerin fonladığı sözde bilim adamları GDO’lu ürünleri dünyayı açlıktan kurtaracak “yeşil devrim” olarak vasıflandırıyor.

Çevreye, sağlığa ve tarımsal nüfusun sömürülmesine dair endişe taşıyan aklıselim insanlar ise bu ürünleri “frankeştayn gıda” şeklinde isimlendiriyor.

GDO’lu ürün üretim serüveninde ortaya atılan gerekçeleri ise şu şekilde özetlemek mümkün:

- Üretimde verimliliği artırmak, daha düşük maliyetle daha fazla ürün elde etmek.

- Hastalıklara ve zararlılara karşı dayanıklılığı sağlamak.

- Ürünlerin raf ve depolama ömrünü uzatmak.

- Koruyucu hekimlikte; aşılar, farmakolojik maddelerin üretilmesi.

- Ekonomik yönden getiri sağlamak.

‘Transgenik ürünler’ olarak adlandırılan bu ürünler, zaman zaman bir birimden elde edilen üretimi katlayarak artırabiliyor ancak birçok bilim adamı ve sivil toplum kuruluşu bu çalışmayı etik ve sağlıklı bulmadığını ifade ediyor.

Gerekçe ortada… Gittikçe bozulan halk sağlığı ve mantar gibi ortaya çıkan sayısız hastalık çeşitleri…

Şöyle bir düşünün!..

Salatanıza doğradığınız domates ya da patlattığınız mısır, kendisine ait olmayan bir gen taşıyor olabilir. Yani siz domates ya da mısır yediğinizi zannediyorsunuz ancak aslında başka bir üründen ya da hayvandan gen aktarılmış farklı bir ürün tüketiyorsunuz. Yani daha önceleri yediğiniz domatesle bugün tükettiğiniz domates aynı değil; tadı değişmiş, çünkü genetiği değişmiştir. Siz artık domates kisvesi ile üretilmiş lahana ya da balık yiyor olabilirsiniz.

Resmi olarak yasaklı ilan edilmesine rağmen, “Türk Gıda Kodeksi”nde yer alan boşluklardan istifade eden sözüm ona gıda sanayicilerinin ürettiği ürünler raflarda arz-ı endam ediyor.

Yani ülkemizde de bir şekilde satılan, market raflarını süsleyen çok sayıda GDO’lu ürün var.

Neticede tüketiciler bu ürünleri istese de istemese de tüketiyor.

Gıdaların genetiği değiştiriliyor; insanların ruhsal dengesi bozuluyor, fiziki yapısı değişiyor.

GDO’lu ürün dayatmasına mazeret olarak ileri sürülen dünyadaki açlık tehlikesi, kaynak yetersizliğinden değil, kaynakların adil paylaştırılmadığından ileri gelmekte.

Evet!

Dünyada açlığı tetikleyen gıda maddelerinin kıt olmasından ziyade, adil bir şekilde paylaşılamamasıdır. Dünya nüfusunun %22’si, dünyadaki gıdanın %60’ını tüketmekte.

Yaklaşık 783 milyon insan açlıkla mücadele ederken ve dünyada her üç kişiden birisi gıda güvensizliği yaşarken, sadece 2022'de dünya genelinde bir günde 1 milyardan fazla öğün israf edildi. ABD’de üretilen gıdaların %25’i çöpe atılmakta. Afrika’da insanlar açlıktan ölürken ABD obezite ile uğraşmakta.

GDO’lu ürünler yoluyla ülkelerin silahsız olarak işgal edildiğini söylemek mümkün. Verimlilik, bolluk gibi kavramlarla kandırılan insanlığın sağlığı elden gidiyor, türler ve tatlar kayboluyor.

Özetle…

Bir yanda açlık, bir yanda obezite…

Bir yanda bolluk, bir yanda artan hastalıklar…

Raflar da kafalar da karışık!..