Tanzimat sonrası edebiyatımızda Ramazan daha çok şiir, hikâye, hatırat ve mektuplarla anlatılara konu olmuştur. Ramazan ve orucu merkeze alan bir roman maalesef henüz yazılmamıştır. Küçük atıflarla yapılan anlatılardan söz etmiyorum. Hikâye ve hatıratlarda daha çok bir nostalji (Geçmişe duyulan aşırı hasret) olarak ele alınan Ramazan, “nerede o eski Ramazanlar?” hayıflanmaları gibidir. Bu anlatılar bir daha çocuk olmadan çocukluğunun güzelliklerini özleyen ve dönülmeyecek o hayatın yetişkinlikte gereksizliğine vurgu yapar gibidir.

Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e yapılan tarihî yolculuk döneminin önemli edebiyatçılarından Tevfik Fikret, Yakup Kadri, Halide Edip, Refik Halid gibi isimler ideolojik bir tercih olarak Batı değerlerini tercih ettikten sonra yazdıkları şiir ve hatıratlarda çocukluklarının inançlı günlerinde yaşadıkları hayatı masal tadında anlatırlar. Vicdani arınma ve itiraflar dizgesi olarak da okunabilecek bu metinlerdeki ideolojik arka planı unutmamak gerektiğini düşünüyorum. Adı geçen yazarlar artık ait olmadıkları bir dünyanın hikâyesini anlatıyorlar.

Tevfik Fikret, “Ramazan Sadakası” şiirinde “Akın akın geçen erbâb-ı i’tizâz ü refâh/ Eder bu kirli, bu yırtık sedâdan istikrâh” mısralarıyla refahını düşünüp, fakirin varlığından rahatsız olan “Efendiler”i, “Hân-ı Yağmâ” şiirinde tarif ettiği “Yiyin efendiler, yiyin; bu hân-ı iştiha sizin;/ doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!” diye tarif ettiği kişilerle özdeşleştirir.

“O süslü haclelerin sîne-i muattarına/Koşanlar, işte bir insan ki inliyor nefesi;/ Bakın şu sıska, şu çıplak, şu eğri kollarına;/Bu artık işliyemez; hisse-i mesâisi/Sizindir işte, verin, susturun bu hasta sesi!”

Tevfik Fikret‘in “Ramazan Sadakası” şiiri bir vicdan muhasebesi olmasının yanı sıra şairin hayatı ve edebi kişiliğini, ruh dünyasını, psikolojisini, inançla bağlantısını ve edebî görüşünü ortaya koyar.  Âkif, Fikret’i “Namaz, oruç gibi şeylerle yok alışverişi;/ Mukaddesat ile eğlenmek en birinci işi.” olarak anlatır, Safahat’ında.

Mehmet Akif edebiyatımızın “inanmış, dosdoğru adam mizacı” ve samimiyetiyle Safahat’ında Ramazan, oruç ve oruç günlerine dair hissiyatını ümmetin birlik olma ve kardeşliği yeniden hatırlama, yardımlaşmayı teşvik edecek merhamet duygularını canlandırma, ümmet şuurunun inşası temennisi olarak anlatır. Hayatı Ramazan’la sınırlı dindarlaşmanın bir parçası olmadığı için de düşüncelerini yaşama tercihine uygun bir dille net bir biçimde ortaya koyar. “Bayram Yeri” şiirinde gözlem, toplumun hali ve merhamet vurgusu öne çıkarken Asım’da durumu tahkiye eder: “Takım rahat, pala uygun, gaza mübarek ola: /Tavuklu, hindili köylerde haftalarca mola. /Ref'iki arpayı bulmuş, keser, ferîh ü fahur; /Bu dört öğün yiyip ister sonunda bir de sahur! /Bedava sofraya düştün mü, hoş geçer Ramazan; /Misafirim diye insan mukim olur ba'zan.”

Ramazan’a dair en çarpıcı şiiri de ümmete çağrıda bulunduğu şiiridir: “Yâ Rab, şu muazzam Ramazan hürmetine, /Kaldır aradan vahdete hâil ne ise,/ Yâ Rab, şu asırlarca süren tefrikadan/ Artık ezilip düşmesin ümmet ye’se./ Mademki verdin bize bir ruh–u nevin, /Yâ Rab daha bir nefha–i teyid insin.”

Cumhuriyet sonrası edebiyatımızda “Ramazan ve Oruç” Necip Fazıl ve Sezai Karakoç eserlerinde Müslüman duyarlılığı ile yer alır. Necip Fazıl, Çöle İnen Nur'da orucu: "Oruç, nefsi kırbaçlamanın en tesirli vasıtası... Ve maddî ve manevî sayısız nimetin kaynağı. Aslî Kıble tecellisinin peşinden, nefsi kırbaçlamanın ibâdet şekli…" diye tarif eder. Cinnet Mustatili’nde hapishane günlerinde yaşadığı bir oruç gününü hatırlatır: “Karpuz... Hayatımın en büyük hediyesi... Ramazan’dı. Oruçluydum. … Yine böyle beklerken, bir gün yaşlı bir adam tel örgüye sokuldu. Üstü başı dökülen, amele kılıklı bir yaşlı... Beni asla tanımadan ‘Oğlum, içeride bir Necip Fazıl varmış. Şu karpuzu ona hediye getirdim. Allah rızası için götürüp verir misin?’ dedi. Gözlerim, atak eden yaşlardan yangın içinde ‘Ver baba, derhal götüreyim’ dedim ve aldım. İşte, hasbi, her türlü nefs oyunundan uzak, Allah için bahşedilen armağan... Bu bilinmeyen Müslümandan tüten edayı ömrümce unutamam!’   Çile'de de "Ramazan mübarek ay, müminlerin balayı;/Hatırla der, suyu bal kaybedilmiş sılayı...” olarak yer alır.

Sezai Karakoç, edebiyatımızda “Oruç ve Ramazan” konusunda özel bir yerde durur ve yazdıklarıyla modern edebiyatın öncü yazarıdır. Denemelerinde oruca çokça yer veren Karakoç, Samanyolunda Ziyafet isimli kitabını özel olarak oruca ayırır. “İnsan ve Oruç” şiiri ile bahsi sonlandırmak gerek. “Oruç, ruhun sesi gelir her yıl/ Gümüş topuklarını dokundurur kalbimize/ …/ Ey oruç, diriltici rüzgâr, İslam baharı/Es insan ruhuna inip yüce ilham dağından/Kevser içir, âbı hayat boşalt kristal bardağından/Susamış ufuklara insan kalbinin ufuklarına”.