Galatasaray , Samsunspor maçı sonrası futbol basını bir penaltı tartışması başlattı.. Sanki her şey çok normalmiş gibi, “öyleydi böyleydi” diye kocaman kocaman konuşmalar yapıyorlar.. O sırada televizyonların en yüksek reytingli tartışmacısı Ahmet Çakar bahis ve şike soruşturmasından gözaltında…
Bu arada, bu Galatasaray maçı sonrasında,
ABD’nin başkenti Washington’dan TFF Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu’nun sesi duyuldu:
“Köpeksiz köy bulmuşlar çomaksız dolaşıyorlar. Döner dönmez hesaplaşacağım.”
Söz sert mi? Sert.
Ama kusura bakılmasın…
Bu sözün karşılığı bugünün Türkiye’sinde bir penaltı pozisyonu değildir.
Türk futbolu şu an çomakla kovalanacak bir sahipsiz köy değil;
komple çökmüş, çürümüş, laçkalaşmış bir düzenin enkazıdır.
Ve ortada “hesaplaşma” varsa, adres hakem değil;
bahis çeteleridir, şike organizasyonlarıdır, kulüp odalarına kurulan kara borsadır, futbolu rehin alan sermayedir.
Türkiye tarihinin en büyük bahis–şike operasyonu yürürlükte… ve hâlâ maç oynuyoruz!
Şu tabloyu yan yana koyup bu ülkenin futbol konuşmaya nasıl yüzü oluyor, anlamak mümkün değil:
* 46 kişi gözaltında,
* Hakemler dahil 149 isim disiplin cezası aldı,
* 27 futbolcu kendi maçına bahis oynarken yakalandı,
* 1000’den fazla futbolcu PFDK’ya sevk edildi,
* Kulüp başkanlarının banka hesaplarında şüpheli para trafiği tespit edildi,
* Hakemlerin evleri aranıyor,
* Federasyon çevresinde kirli ilişkiler ortaya saçılıyor.
Bu, bir ligin çöküş ilanıdır.
Bu, bir federasyonun iflas belgesidir.
Bu, bir futbol sisteminin cenaze tutanağıdır.
Ama biz hâlâ ne yapıyoruz?
Penaltı tartışıyoruz!
Türkiye’nin yangınına bak; federasyon başkanının gündemine bak.
Bu kadar derin bir çürümenin üstüne hâlâ pozisyon yorumu yapılması,
futbol aklıyla dalga geçmektir.
SAYIN BAŞKAN.. MEMLEKETİN FUTBOLU MAHKEMELİK OLMUŞ SİZ HÂLÂ HAKEM PEŞİNDESİNİZ!
İbrahim Hacıosmanoğlu’nun çıkışı bir şeyi gösteriyor:
Türk futbolunda kriz yönetimi yok, gündem yönetimi var.
Penaltı tartışması ne sağlar?
Gözleri nereye çevirir?
Kimin ekmeğine yağ sürer?
Şu anda Türkiye’de futbol, sahada değil;
savcılık dosyalarında oynanıyor.
Hakemin doğru kararı tartışmaya açılır ama…
hakemin bahis şebekesiyle ilişkisi varsa maçın hükmü ne olur?
Futbolcu ceza sahasında düşer ama…
futbolcu kendi maçına kupon yapmışsa hangi adaletten söz edilir?
Kulüp yöneticisi serzenişte bulunur ama…
kulüp başkanının şike şebekeleriyle finansal bağı ortaya çıkmışsa hangi puan tablosu meşrudur?
BU LİG BU HALİYLE MEŞRU DEĞİLDİR!
Bırakın penaltıyı, sonuçlar bile tartışmalıdır.
Bir lig düşünün:
Hakemi gözaltında…
Futbolcusu bahis şebekesinde…
Yöneticisi para trafiğinde…
Federasyonu da Washington’dan pozisyon yorumu yapıyor.
Kusura bakılmasın ama:
Bu lig, şu haliyle hukuken ve vicdanen tartışmalıdır.
Ve sert bir cümle geliyor:
Belki de Türkiye ligleri derhal tatil edilmelidir.
Evet, yanlış duymadınız:
TATİL EDİLMELİDİR.
Avrupa’da bu çapta bir skandal yaşansa:
* Lig durur
* Federasyon istifa eder
* Sıfırdan temizlik başlatılır
* Hakem ve futbolcu havuzu tamamen yenilenir
* Tüm maç kayıtları ve banka hareketleri yeniden incelenir
İşte buna “temiz eller” denir.
Bizde ise “hakem penaltıyı verdi mi vermedi mi” tartışılıyor.
HACIOSMANOĞLU’NA AÇIK ÇAĞRI
Türkiye sizden içerikten uzak öfke değil, irade, kararlılık ve temizlik bekliyor..
Sayın Başkan, kimse kusura bakmasın:
Bu ülke artık boş çıkışları değil, somut adımları görmek istiyor.
Bugün Türkiye’de futbolu yöneten birinin çıkıp söylemesi gereken cümle şudur:
“Bu kirli çark temizlenene kadar hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.”
Siz ise diyorsunuz ki:
“Herkesle hesaplaşacağım.”
Oysa memleket şunu duymak istiyor:
“Bu sistemi kökünden kazıyacağım.”
“Bu ligde tek bir kirli ilişkiye yer bırakmayacağım.”
“Bundan sonra Türk futbolu yeni bir sayfa açacak.”
Penaltı konuşarak futbolu kurtaramazsınız;
federasyonun kapısına kazınmış düzeni temizleyerek kurtarırsınız.
BU YANGINDA KONUŞULACAK SON ŞEY PENALTIDIR
Türkiye, belki de Cumhuriyet tarihinin en ağır spor yolsuzluğunu yaşıyor.
Bu, bir maç tartışması değildir.
Bu, bir disiplin sorunu değildir.
Bu, Türk futbolunun devlet ciddiyetiyle ele alınması gereken bir güvenlik meselesidir.
Ve böyle bir ortamda penaltı konuşmak,
futbol aklına değil, milletin aklına hakarettir.
Türk futbolu bir penaltıyla değil,
topyekûn bir çöküşle karşı karşıya.
Ve bu çöküşten çıkışın adı bellidir:
GERÇEK BİR TEMİZ ELLER OPERASYONU.
Bu operasyon yapılana kadar,
kimse hakemden, VAR’dan, penaltıdan, ofsayttan bahsetmesin.
Bu ülkede önce adalet kurulacak.
Ondan sonra futbol.
////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////
ÜNİFORMANIN AĞIRLIĞINI TAŞIYAMAYAN O ÜNİFORMAYI ÇIKARSIN
Eskişehir’de bir polis memurunun gece vakti tramvay yolunu kapatıp, kameralar önünde siyasi show yapması, Türkiye açısından sadece bir skandal değil; devlet düzenine yönelmiş açık bir tehdittir.
Bir kamu görevlisi düşünün…
Görevi kolluk hizmeti vermek, trafiği düzenlemek, asayişi sağlamak…
Ama memuriyet yeminini unutmuş, devletin tarafsızlık ilkesini çöpe atmış, üniformayı siyasi bir kürsüye dönüştürmüş…
Bunun adı “fikir özgürlüğü” değildir.
Bunun adı “demokratik hak” değildir.
Bunun adı düpedüz kural tanımazlıktır, yasa tanımazlıktır, devlet ciddiyetine meydan okumaktır.
Kimse kusura bakmasın:
Devlet memuru siyaset yapamaz!
Yapıyorsa da o üniformayı çıkarır, gider bir partinin kapısından içeri girer.
23 YIL BOYUNCA PARTİZAN DEVLET DÜZENİNDEN ŞİKAYET EDENLER ŞİMDİ POLİSİN MİNİ MİTİNGİNİ ALKIŞLIYOR
AK Parti iktidarının iki on yılı aşkın süredir “parti devleti” eleştirileri ortadayken,
“kamu görevlisinin tarafsızlığı” üzerine sayısız tartışma yaşanmışken,
muhalefet partilerinin bir kısmının bu olaya alkış tutması tarifsiz bir çelişkidir.
Madem ki memurun siyasi pozisyon almasına karşıydık,
madem ki polis–asker–doktor–zabıta istismar edilmesin diye mücadele ettik,
bugün nasıl olur da meydan okumaya kalkışan bir polis memuruna övgüler dizilir?
Siyasal mücadele sosyal medya beğenileriyle yürütülmez.
Devlet düzeni sosyal medya alkışlarına kurban edilmez.
Bu kapı bir kere açılırsa Türkiye felakete gider
Bugün bir polis çıkıp siyasi beyan okur…
Yarın mecliste görevli bir polis bir milletvekilinin yolunu kesip:
“Sizi meclise almıyorum, çünkü düşüncenize karşıyım” derse ne yapacağız?
Ertesi gün bir doktor, bir savcı, bir öğretmen kendi görüşünü paylaşmayan vatandaşa kapıyı gösterirse ne diyeceğiz?
Bu ülke bunları yaşadı.
Kars’ta bir subayın, halkın oyuyla seçilmiş belediye başkanının elini sıkmadığı günleri unutmadık.
O zaman hepimiz “devletin memuru tarafsız olur” demiştik.
Bugün de demeliyiz.
Hem de daha yüksek sesle.
Çünkü devlet düzeni bir kere gevşedi mi,
o gevşekliğin ülkeyi götürdüğü yer kaostur, partizanlıktır, kurumların çürümesidir.
**
Neyse ki devlet refleksi anında devreye girdi.
Emniyet teşkilatı, olayın görüntüleri yayılır yayılmaz memuru derhal açığa aldı.
İşte gerçek devlet budur.
İşte kamu düzenini korumak budur.
İşte kuralların üstünlüğünü göstermek budur.
Devlet kim olursa olsun, hangi görüşten olursa olsun,
üniformayı siyasete bulaştıran kim varsa karşısına dikilir.
Bunu alkışlamak gerekir.
Bu kararlılık olmasa Türkiye bugün çok daha karanlık bir tartışmanın içinde olurdu.
**
Bir polis memurunun siyasi şov yapmasına “özgürlük” diyenler bilsin ki:
Bu özgürlüğün faturası devlete, topluma, adalete çıkar.
Bu özgürlük, devletin çivisini söker.
Bu özgürlük, ülkeyi yaşanmaz hâle getirir.
Devlet memuru devletin memurudur.
Siyaset yapmak isteyen varsa yolu bellidir:
Üniformayı çıkarır, partiye üye olur, kürsüye çıkar.
Ama memuriyet ile siyaset bir arada olmaz.
Olamaz.
Olursa da bunun adı demokrasi değil, devletin çöküşüdür.
Ve devlet, dün olduğu gibi bugün de buna izin vermez —
iyi ki de vermez.
////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////
11.YARGI PAKETİ DEVLET AKLININ ÜRÜNÜDÜR
TBMM Adalet Komisyonu’nun kabul ettiği 11. Yargı Paketi, Türkiye’nin yıllardır tartıştığı kritik başlıklarda devletin net bir çizgi çektiğini gösteriyor.
Özellikle;
* kadın ve çocuğa karşı işlenen ağır suçların tahliye kapsamından çıkarılması,
* silahlı kutlamalara sert yaptırımlar,
* infaz rejiminin yeniden rasyonelleştirilmesi,
Türkiye’de bir süredir hegemonya kazanan “cezasızlık algısına” doğrudan cevap niteliğinde.
Ancak bu noktada asıl tartışma hükümet–yargı ekseninde değil; muhalefetin bu düzenlemeyi nasıl okuduğu ekseninde ortaya çıkıyor.
Ve maalesef CHP, bir kez daha “refleks muhalefet” hastalığından kurtulamadığını gösterdi.
CHP’nin bu tür düzenlemelerde sergilediği tavır, artık kronikleşmiş bir siyasal alışkanlık:
İktidar bir adım attığı anda, içeriğe bakılmaksızın refleks bir itiraz yükseliyor.
Halbuki 11. Yargı Paketi’ndeki en kritik başlık —kadına şiddet, çocuk istismarı ve aile içi cinayetlerde tahliye kapısının tamamen kapanması— yıllardır CHP’nin dahi programına koyduğu bir talepti.
O zaman neden destek yerine tereddüt?
Çünkü CHP’nin siyaset anlayışı hâlâ “AK Parti yaptıysa biz karşı durmalıyız” denklemine sıkışmış durumda.
Bu, siyasetsizliktir.
Bu, toplumsal beklentiyi okuyamamak demektir.
Bu, muhalefeti etkisizleştiren kör bir refleks siyasetidir.
**
Bugün Türkiye’de en büyük hassasiyet nedir?
Kadına şiddet, çocuk istismarı, aile içi cinayet…
Hangi siyasi görüşten olursa olsun toplumun her kesimi bu suçlarda “asla indirime yanaşılmasın, tahliye olmasın, af olmasın” diyor.
Yeni düzenleme tam da bunu yapıyor.
Ama CHP yine paketin tümüne “mesafeli” durarak siyasi bir fırsatı daha kaçırıyor.
Şöyle bir düşünelim:
Toplumun neredeyse tamamının desteklediği bir düzenlemede bile CHP kendi siyasî ağırlığını koyamıyorsa,
yarın nasıl iktidar alternatifi olacak?
**
CHP’nin pakete yönelttiği en temel eleştirilerden biri, “Bu bir af hazırlığıdır” söylemiydi.
Oysa paket çok açık:
* Ağır suçlar dışarıda.
* Toplum için risk teşkil eden suçlar dışarıda.
* 55 bin olduğu konuşulan tahliye sayısı bilerek aşağı çekildi.
Bu tablo “af” değil, infaz rejiminin düzenlenmesidir.
Cezaevlerinin tıkanmış yapısına yönelik teknik ve zorunlu bir adımı, ideolojik korkularla “af” diye nitelendirmek, CHP’nin meseleyi içerikten çok siyasî pozisyon üzerinden okuduğunu gösteriyor.
Bu yaklaşım, CHP’nin teknik düzenlemeleri bile siyasî fırsata dönüştürme çabasının ters teptiğini kanıtlıyor.
**
Bu paket, Erdoğan hükümetinin değil, devletin genel güvenlik stratejisinin ürünüdür.
Çünkü:
* Toplumsal güvenlik,
* Kadın ve çocuk koruması,
* Kamu düzeni,
partiler üstü konulardır.
Devlet bu noktada net bir çizgi çekmiş, en ağır suçlara giden yolu tamamen kapatmıştır.
CHP ise hâlâ kendi içindeki “radikal blok–merkez blok” çekişmesinden çıkamadığı için, toplumsal nabzı okuyamıyor, ülkenin ihtiyaç duyduğu ortak akla katkı sunamıyor.
Sonuç?
AK Parti’nin kararlılığı siyasî üstünlüğe dönüşürken, CHP kendi eliyle kendini pasifize ediyor.