2000’lerden sonra yeni bir şiir yazıldığını söylemiştik. Uzun süre İkinci Yeni’nin tekrarını yaşayan Türk şiirinde, dönüşümün başlangıcını 90’ların sonuna işaretleyebiliriz. ‘80 şiirinin adeta kısırlaştırdığı şiirimizi, bireyci hazlardan kurtarmak için ‘90 kuşağının çabaları yadsınamaz. Buna rağmen yeni tür şiir için 2000 sonrasını beklemek gerekecekti. ‘90 kuşağının temelini belirlediği bu yönelimin verimleri, yoğun olarak 2000 ve sonrası kuşakla anılmaya başlandı.

Neydi yeni şiirin vadettiği? Öncelikle söz oyunlarından, humordan, lirikten, vıcık vıcık aşk şiirlerinden ve modern insanın çıkmazını anlatan bireyci mırıldanmalardan gına gelmişti. Her biri diğerinin tekrarı olan şiirler, bugün de yazılmaya devam ediyor. Lâkin yeni bir ses, yeni bir üslup olarak şiirdeki değişimi sırtlayan şairler de var. İşte sevindiğimiz nokta budur. Çünkü alışıldık gelen her şey şiire düşmandır. Şiirde beklenen şey şaşırtıcı bir başkalıktır. İlk kez okunduğunda insanda farklı bir hoşluk duygusu bırakan şiirdir yeni olan. Alışıldık olanı devam ettiren şiir ise özü itibariyle kayıptır.

Oktay Rıfat, daha 1960’larda kendilerinden 30-40 yıl sonra gelecek şiiri çok dallı, devasa bir çınara benzetmişti. 2000 sonrasında yazılan şiir için bu tanımı kabul edebiliriz. Evet, Türk şiiri bugün itibariyle hem verim olarak hem de üslup olarak tanımlanamayacak, ele avuca sığmayacak bir heybete ulaşmıştır. Özellikle genç şairlerin verimleri çok sesli, sentez-bileşke yapısıyla tanımlanmayı reddeden, hatta tanımlanmaktan özellikle uzak duran bir yapıya sahip. Akımlar, manifestolar, kanon kavgaları bu yeni şairleri ilgilendirmiyor. Genç şair: içinden geldiği gibi yazıyor: Yani çağın şiirini… İroni, parodi, sokak dili, diyaloji, topluma yönelim, eleştiri ve ses tekrarları bu yeni şiirin temel özelliklerini oluşturuyor.

Bahsettiğimiz genç şairlerden biri de Hasan Bozdaş. İlk kitabını 2018’de çıkaran Bozdaş’ı önceleri Hece dergisinde, şimdilerde ise Buzdokuz dergisindeki şiirleriyle tanıyoruz. Şairin, “İnsanın Madde Olmayan Kısmı” isimli ikinci kitabı, yakın zamanlarda yayımlandı. Bozdaş’ın ilk kitabından bu yana şiirini ilerlettiğini görüyoruz. 1990 doğumlu olan Bozdaş’ı 2010 kuşağı şairlerden sayabiliriz. Bu kuşaktan sıkı şairler çıktı ve çıkmaya devam ediyor. Emre Öztürk, Çağrı Subaşı, Ümit Çiçekli, Emre Söylemez, Muhammed Yusuf Aktekin, Yusuf Koşal, Merve Yaylacık bu nesilden aklıma gelen ilk isimler.

Bozdaş’ın yeni kitabında soyut şiirler öne çıkıyor. Soyut olmasına karşın şiirler; eleştirel tonu, ironisi ve tarihselliğiyle ilginç bir senteze ulaşıyor. Şiirlerde mekânlar, coğrafyalar, göndermeler, arayış ve felsefi sorgulama tarzı dikkat çekiyor. Ontolojik ve epistemolojik sorgulamaların temelinde her insanın aradığı cevaplar yatıyor: “Ben kimim”, “Biz kimiz”, “Nereye gidiyoruz” şeklinde özetlenebilecek bu arayış, hukukçu olması dolayısıyla Bozdaş’ın bulunduğu ortamlardan da izler taşıyor.

ayşe beş yaşında/beni kuş olarak görüyor/gerçekte ben bir yol çizgisiyim/gerçekte ayşe yok

gerçekte/kemik ağrısı ve korkudan yaratıldım

şair ipten değildi rüzgârda eğilmedi/öldükten sonra da koşan bir at çizmişti

yanaklarına tanıdık bir koku ve saadet/gözlerine çiçek çekildi.

Bozdaş’ın şiirlerinde, derinden akan lirik damar belirleyici oluyor. Bu lirik yinelemeler, şiirine kattığı ironi ve parodi sayesinde yeni bir ses haline dönüşüyor. İmgenin modern örneklerini gördüğümüz şiirlerde soyut tasarım, nesneler üzerinden somutlaştırılmaya çalışılıyor.

ümmü gülsüm dinlemenin fotoğrafını gördüm//o halde bırakalım ölüm sevginin işi//insan ve tanrı dağınık bir bütün oluşturuyor//monarklar ölünce demokratlar da ağlar//ruh uyandı, tanrı’ya sordu/[hangi gezegende daha yükseğe zıplayabilirim?]//biraz önce töz masajı yaptılar, bu iyi/kalabalık tedirgin, orman kırmızı, sonbahar filtreli//acı onu bulanın değil midir?//var olmak/birşeyleri sonunda yenmekle ilgili//granada düştü/güneş bile yedi dakika sonra anladı//acı kör değil, dokunarak bulabilir/en dirimiz ölüm, dokunarak bulabilir//ölüm insanı ulaşılır kılıyor//tanrı, benim öleceğim anlamına geliyor/bir ültimatom olarak dünyaya düştüm/eve birkaç çiçek kokusu ve tanrı sevgisiyle dönüyorum

Bozdaş’ın şiirleri, asgari birikim gerektiren göndermeleriyle, tarihselliğiyle, din ve kültür yorumlarıyla diri kalmayı başarıyor. Bunlar şiiri adeta birer epigram, fragman haline getiriyor. Küçük ama kapsamlı, ironik göndermeler. Bundan sonrası için Bozdaş’ın yeni denizlere yelken açacağını öngörmek zor olmasa gerek. Çağın şiirini yazmak için çevremize bakmak ve gördüğümüzü şiir olarak söylemek… Bozdaş’ın yaptığı tam olarak bu. Soyutlamaların dozu ayarlandığı takdirde, Bozdaş’ın şiirlerini çok daha sağlam zeminlerde görmeye devam ederiz diye ümit ediyorum.