Dizinin dibinde oturup nasihatlerini dinleme şerefine eriştiğim üstadım, ağabeyim Hasan Aycın, dizinin dibine oturduğum günlerden bir gün şu nasihatlerde bulunmuştu:

“Müslüman sanatçının üretimi aslında bir fiilî duadır. Eserini ortaya koyduğunda dua etmiştir aslında, fiilen. Kalbiyle de yapması gereken, onu koruması ve bereketlendirmesi için Allah’a ısmarlamaktır: ‘Allah’ım, ben bu kadar yapabiliyorum, gerisini sana ısmarlıyorum.’ Bu kalbî duadır.

Biz kendimize ait olanları eleştire eleştire konuşacağız. Bugün İslam âleminde sanat icra eden ne kadar insan varsa, onların da bunu bu bilinçle, bunu baştan kabul ederek yapmaları lazım. Yani, ‘Ben bir şey yapıyorum, bu fiilî duadır, Allah’a sığınarak yapıyorum, sonra Allah’tan bunu korumasını ve bereketlendirmesini kalp ile istiyorum. O zaman Allah, ortaya koyduklarımı, onlar, yani başkaları aracılığıyla bereketlendirecek, onlar da başka şeyler üretecekler.’ Bir çiftçinin ürettiği hasattan bir başkasının tohum olarak alıp yeniden üretmesi gibi. Başka Müslüman sanatçılar çıkacak, yeni üretimler yapacak, onu bereketlendirecekler. Ayrıca, Allah, onun zararlı yanlarını başkalarına düzelttirecek de. Bizim bakışımız bu olmalı: Kendimizi eleştirimiz de, eleştirilere bakışımız da böyle olmalı.

Bu bir hak olmalı üstelik. Benim yaptığımı senin eleştirmen benim hakkımdır! Senin yaptığını benim eleştirmem senin hakkındır; benim değil! ‘Ben yaptım, yanlışını göremedim ya da yanlışımı düzeltmeye takatim kalmadı. Allah rızası için, düzeltmeye gücü yeten düzeltsin.’ Bu, senin ana hedeflerini açık tutar. Üstelik de başka ana hedeflere doğru yol gösterir.

Hz. Mevlana bir yanlış yaptı diyelim, kimse farkında değil yüzyıllar boyu ama sen farkındasın, demen gerekir ki, ‘Hz. Mevlana şurada yanılmış, doğrusu budur, Allahua’lem.’ Onu düzeltelim. Eser zaten onundur. Bizim yaptığımız doğrultma da onun eseridir aslında. O eser olmasaydı biz böyle bir şey yapamayacaktık.

Şimdi yeryüzünde böyle bir anlayış var mı, yok. Bunu kim kavrayabilecek, kim ayakta tutacak, kim bunu dikte edecek, hayata geçirecek: Biz! ‘Biz’ derken, tüm insanlık, İslam ailesi, ‘Âlem-i İslam…’ değil: Sen ve ben’den bahsediyorum!”