Yılın hemen her dönemi aynı manzarayı görüyoruz AVM salonlarında: BKM’nin birkaç komedisi, bir yerli korku filmi, bir animasyon ve Hollywood’un patlama-çatlamadan fazlasını vaadetmeyen yükte hafif pahada ağır işlerinden müteşekkil, toplam 7-8 filmlik bir “seçki.”

Diğer deyişle, sinemada da tekelleşmenin ve tektipleşmenin ayak sesleri.

Sinemacı dostum Muhammed Uyar, 5 Temmuz 2015 tarihli Artistik Bakış sayfasında, sinemadaki rekor seyirci sayısı artışının alış veriş merkezlerindeki (AVM) salonlarla ilişkisini sorgulamış, “klasik” sinema salonlarının AVM salonlarına boyun eğdiğini ima etmişti.

Çağımızda AVM’lerin hayatımızı radikal ölçekte şekillendirdiği bir gerçek. Buna en son bayramda şahitlik ettim. Pırıl pırıl sahili olan bir kentte ahali denizi seyretmek yerine AVM vitrinlerini seyretmeyi tercih ediyordu.

Bizzat kendi tecrübemdir; ilkokul çağındaki yeğenim Ankara’ya geldiğinde görmek/gezmek istediği ilk yer falanca AVM.

BAKKAL YERİNE MARKETE GİDİNCE…

Sanırım bunu biz kendi kendimize yaptık. Bakkalımızı terk edip marketlere yöneldiğimizde başladı her şey (ve tabii ki bunda sayıları azımsanmayacak kimi bakkalların düşük kalite-fahiş fiyat uygulaması da hayli etkili oldu.) Sonra marketler büyüdü, ürün yelpazesi genişledikçe genişledi. O kadar genişledi ki, bugün adına AVM dediğimiz ve robotların robotlarla alış verişine benzer bir sosyoekonomik sistemin hüküm sürdüğü, sadece esnaflıkla değil, güneşle, yeşille ve maviyle de bağımızı koparan binalar ortaya çıktı.

Tabi süreç boyunca hiçbirimizin bu endişe verici gidişata itiraz etmemiş olmasını da buraya not düşelim.

SEYİRCİ ARTIŞINI SELAMLIYORUZ AMA…

Virajı genişten alarak konumuza dönecek olursak; küçük esnafı bitiren, orta halli esnafı derinden sarsan, esnaf-müşteri ilişkisini yok eden, betonlar içinde ölmek üzere olduğunu fark etmeyen ahaliyi bir beton yığınından alıp bir başka beton yığınına sevk eden AVM’ler, bir sanat dalı olarak sinemaya da ciddi darbe vuruyor günümüzde.

Bugün Amerikan sinemasının dünyadaki gişe hegemonyasını kıran -İran ve Hindistan’la birlikte- üç ülkeden biriyiz. Muhammed Uyar’ın dediği gibi, hepimiz yerli film sayısındaki artışı ve seyircinin yerli filmlere teveccühünü coşkuyla selamlıyoruz. Her işin doğasında var olduğu gibi, niceliğin eninde sonunda niteliği doğuracağına inanıyoruz; “Film sayısı arttıkça iyi film sayısı da artacaktır” umudundayız. Dahası, çok pahalı bir iş olarak film yapmanın ve yayınlamanın, bu sayede iyiden iyiye ucuzlayacağını düşünüyoruz.

Gelgelelim, “AVM sinemaları” oldukça, bu arzularımızın gerçekleşmesi imkansız görünüyor.

TEKELLEŞMENİN AYAK SESLERİ

Bu sayfada birkaç kez bahsi geçen, İran’ın Oscar’lı yönetmeni Asgar Ferhadi’nin “Le Passe-Geçmiş” filmini izlemek istemiştim. Filmin, koca Ankara’da, sadece kent merkezindeki bir “klasik” salonda iki hafta gösterildikten sonra kaldırıldığını öğrenmiştim. AVM salonlarını karıştırırken gördüğüm manzarayla dehşete kapılmıştım: Tüm AVM’lerde hepi topu aynı 7-8 film oynuyordu. Bu 7-8 film de, BKM’nin birkaç komedisi, bir iki yerli korku filmi, bir animasyon ve Hollywood’un patlama-çatlamadan fazlasını vaadetmeyen yükte hafif pahada ağır işlerinden oluşuyordu.

Yılın hemen her dönemi aynı manzarayı görüyoruz AVM sinemalarında.

7-8 filmlik bu “seçkiden” de anlaşılacağı üzere, AVM sinemaları bizi bir nevi tekelleşmeye/tektipleşmeye doğru götürüyor. Bu gidişle, sözgelimi, artan seyirci ve salon sayısıyla film yapmanın ve göstermenin ucuzlaşacağını düşünen biri olarak ben yarın bir film çeksem, afişte yapımcı olarak BKM’nin yahut Aksoy Film’in imzası olmadıkça filmimi gösterecek bir sinema bulamayacağım. Kesinlikle star oynatmak zorundayım ve mümkünse (mümkün olmalı!) komedi çekmek durumundayım. “Star sinemasıyla” hiçbir problemim yok (aksine, rahmetli Yücel Çakmaklı’nın izinde, “star sinemasına” inanan biriyim), komediyle de hiçbir problemim yok; ancak, bir lobi faaliyeti olarak “star” diye sunulan isimlerin gerçekten star olduklarına inanmadığım gibi, “Komedi olsun da çamurdan olsun” cümlesindeki “komediye” de karşıyım.

Dolayısıyla, star ama lobilerin desteklemediği oyuncularla ve komedi dışındaki herhangi bir türde bir film çekmem mümkün olsa da, Yılmaz Erdoğan yahut Faruk Aksoy’u ikna edemediğim müddetçe bunu yaşadığım kentte, Ankara’da bile yayınlayabileceğim salon sayısı ancak bir elin parmakları kadar (Dikkat: Problemin Yılmaz Erdoğan’la yahut Faruk Aksoy’la değil, “AVM salonları” sistemiyle alakası var.)

“SEYİRCİNİN SIKILDIĞI FİLMLER”

Şöyle bir itiraz gündeme gelebilir: “Sizin ‘iyi’ dediğiniz filmler genelde sıkıcı oluyor, seyirci bunlara teveccüh etmiyor ve dolayısıyla AVM salonları da bu filmleri göstermekten kaçınıyorlar.” Şunu net bir şekilde ifade edeyim: Sıkıcı bir film, asla iyi bir film değildir ve iyi bir film kesinlikle sıkıcı olmaz. Şunu da net bir şekilde ifade edeyim: “Seyircinin sıkılmadığı filmler” de her zaman iyi filmler değildir; seyirci bazen tek bir sahneyle, bazen tek bir oyuncuyla, bazen tek bir espriyle bile bir filmi tutup kaldırabilir, ama bu o filmin “iyi”liğine delalet etmez.

Yerli filmlerden örnek verip kimsenin tadını kaçırmadan, az evvelki örnekten ilerleyelim: Asgar Ferhadi’nin 2013 yapımı “Le Passe-Geçmiş” filmi iyi bir filmdir ve dolayısıyla sıkıcı değildir, fakat AVM sinemalarında kendine yer bulamamıştır. Aynı hikaye, aynı senaryoyla, Amerikan/Türk starlarla ve ünlü bir Amerikan/Türk yapımcının/yönetmenin imzasıyla çekilmiş olsa; AVM sinemalarında kendine rahatça yer bulur ve muhtemelen yılın en çok izlenen 10 filminden biri olurdu.

YİNE “BİZ YAPAMIYORUZ, DEVLET YAPSIN”

Ufak bir ayrıntı gibi görünse de, şuna da değinmemiz gerekiyor: Biz “tüketiciler”, klasik esnafta daha pahalıya satılan bir ürünü, “sürümden kazanma” yoluyla daha ucuza satan AVM mağazalarını tercih ettiğimizi söylüyoruz. Peki, AVM salonlarıyla kıyas dahi edilemeyecek derecede az seyircisi olan “klasik” salonlarda 12-13 liraya oynayan bir filmi, neden “sürümden kazanmasına” rağmen 20 liraya oynatan bir AVM salonunda izlemeyi tercih ediyoruz? Aslında tercih etmiyoruz, zaten AVM’deydik.

Belli ki hemen her alanda olduğu gibi, burada da halk, yani biz kendi kendimizi idare etmesini bilmiyoruz, devletin duruma müdahale edeceği günleri sabırla bekliyoruz.

Sanırım bunu biz kendi kendimize yaptık. Bakkalımızı terk edip marketlere yöneldiğimizde başladı her şey (ve tabii ki bunda sayıları azımsanmayacak kimi bakkalların düşük kalite-fahiş fiyat uygulaması da hayli etkili oldu.)

Yarın bir film çeksem, afişte yapımcı olarak BKM’nin yahut Aksoy Film’in imzası olmadıkça filmimi gösterecek bir sinema bulamayacağım. Kesinlikle star oynatmak zorundayım ve mümkünse (mümkün olmalı!) komedi çekmek durumundayım.

Şöyle bir itiraz gelebilir: “Sizin ‘iyi’ dediğiniz filmler genelde sıkıcı oluyor, seyirci bunlara teveccüh etmiyor ve dolayısıyla AVM salonları da bu filmleri göstermekten kaçınıyorlar.” Şunu net bir şekilde ifade edeyim: Sıkıcı bir film, asla iyi bir film değildir ve iyi bir film kesinlikle sıkıcı olmaz. Şunu da net bir şekilde ifade edeyim: “Seyircinin sıkılmadığı filmler” de her zaman iyi filmler değildir.