İslam tarihinin gördüğü en dehşetengiz ihanet şebekesinden söz ediyoruz.

Müslüman gibi görünen ve fakat İslâm’ın ve Kur’an’ın nehyettiği ne kadar sapkın inanç ve ritüel varsa hepsini kendisinde cemetmiş yeni bir din aynı zamanda.

İtikadında Yahudilikten de esintiler var, Hristiyanlıktan da ve hatta putperestlikten de…

Bu modern zamanlar dininin kimler tarafından ve hangi mülahazalar ile vücuda getirildiği hususuna kısaca bakalım dilerseniz…

Türkiye’nin NATO’ya girdiği tarihe kadar gider bu örgütün ihdas edilmesi.

Türkiye’nin geleceğini belirleyecek olan en mühim unsurun İslam olacağını daha o günlerde gören Amerika içi boşaltılmış; iddialarından, tarihinden ve medeniyetinden vazgeçmiş sözde İslâmî yapılanmaları bir plan dâhilinde üretmede NATO’yu kullandı ve anılan örgüt bu plan çerçevesinde vücut buldu.

Bu bağlamda DEAŞ ve marjinal Şii örgütler ile tamamen bilime dayalı bir din anlayışı taşıyan yapılanmaların da aynı mantıkla üretildiğini hassaten not etmek isterim.

FETÖ çağdaş bir dindir ve başındaki eşhas-ı müdhişe, tanrı-peygamber formunda bir konuma sahiptir.

Esasen İslâm’a ve bu dinin muazzez peygamberine onmaz bir kinle düşmanlığı vardır. Kendisine taban olarak seçtiği insanların kahir ekseriyetinin Müslüman olması, İslâmi kavram ve değerler dünyasını istimal etmesini kolaylaştırmıştır.

Öyle ki başlangıçta daha iyi bir Müslüman olmak için bu örgüte katılan insanlar bir süre sonra dinin bütün değerleriyle ve naslarla çatışmak pahasına bu eşhas-ı müdhişeye iman eder noktaya gelmişlerdir.

Bu iddiamıza dair en somut örnek, mezkûr şarlatanın yaptığı bir sözde sohbette sarf ettiği şu sözler olsa gerektir;

“Peygamber gelse ve ‘Fetullah, bu işleri bırak!’ dese ona diyeceğim ki, ‘Ya Resulallah, seni bu hususta dinlemeyeceğim’…”

Bu dehşetengiz sözü sarf eden kişinin İslam inancındaki yeri bellidir.

Bu söze hiçbir itirazda bulunmayıp olduğu gibi kabullenenlerin de yeri bellidir.

Bütün bunları niçin mi anlattım?

Şundan…

Geçen hafta Danıştay Beşinci Dairesi, 667 sayılı KHK kapsamında yani FETÖ’cülükten ihraç edilen 387 kişiyi kapsayan 414 dosya hakkında iptal kararı verdi.

Böylelikle ihraç kararı iptal edilen hâkim ve savcılara yargıya dönüş yolu açıldı ki bunların önemli bir kısmı da göreve geri döndü.

Bunların hepsi FETÖ’cü olmayabilir elbette lakin FETÖ ile iltisakı kesin olan, isimleri ByLock yazışmalarında, itirafçı ifadelerinde geçen kişilerin göreve iadesi çok ciddi bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumuz anlamına gelir.

Zira bahse konu husus ‘yargı’dır ve yargının devleti, hükûmeti ve hatta milleti manipüle etme gücü ve yeteneği vardır.

Bu güç vatana ihaneti müseccel bir örgütün eline geçerse, yandı gülüm keten helva…

Bilindiği üzere 17/25 Aralık 2013 yargı susturuculu darbe girişimi bunun en somut örneğiydi ve tüm detaylarına varıncaya kadar hep birlikte yaşayarak tecrübe ettik.

Tehlike yeniden toparlanma emareleri gösterirken tek tesellimiz hiç şüphesiz ki Sayın Cumhurbaşkanımızın meseleye olan vukufiyeti ve hassasiyeti…

Gazetecilerle yaptığı konuşmada bu gelişmeye dair sorulan soruya şu cevabı vererek yüreğimize su serpmiştir doğrusu.

“FETÖ denen bu şer şebekesinin, terör yapılanmasının belini kırdık. FETÖ bataklığını kuruttuk ancak sinekleri temizleme işimiz daha devam ediyor. Mücadelemiz bitmiş değil.

Yüzlerindeki değişik maskeleri yırtıp atıyoruz ve bunlar böylece meydana çıkıyor. Her kılığa giren bu iradesiz şarlatanların ensesinde olacağız. Biz de bu işin üzerine gidiyoruz, gideceğiz. Danıştay'da da bu işin yine aynı şekilde takipçisi olacağız.”

Kimse kusura kalmasın ama bu hususta da yegâne ümidimiz Sayın Erdoğan’ın bu tavizsiz ve hassasiyet içeren tavrıdır.

Nitekim bu sert uyarı sonrasında HSK harekete geçti ve inceleme başlattı…

Unutmamak lazımdır ki, ‘Su uyur FETÖ uyumaz’…