Barış sürecinin ete kemiğe büründüğü günlerde, sürecin muhatabı olarak PKK ve türevleri hakkında hükümet nazarında da halk katında da yüzde yüz itimat yoktu. İyimser hava devam ettikçe itimat artmışsa da, bugün yaşadığımız günlere gelinebileceği ihtimali hep akıllardaydı.

Fakat sürecin selameti için bu durum geri plana itildi, “Savaş ihtimalini ne kadar az konuşursak, barış ihtimalini konuşacak o kadar vakit buluruz” denildi. İyi de oldu.

Hükümet tarafı bu dönemde türlü provokasyonlarla, sabotajlarla, tehditlerle karşılaştı, ama soğukkanlılığını yitirmeden, samimiyetini ortaya koyarak hareket etmeyi sürdürdü. Meclis’ten, sivil alandan yahut Kandil’den neşet eden “şımarıklıklara” rağmen yoluna devam etti. Bunda devlet olgunluğunu belirginleştiren siyasi manevraların payı büyüktü. İyi de oldu. Kanunen suç sayılan ancak cezalandırıldığı takdirde barış iyimserliğini zedeleyecek ufak tefek kimi hareketler, barış ve onun ön şartlarından adaletin tesisi için gözardı edildi.

Kanun-adalet ikileminde kalındığında -barış için- adalet tercih edildi. Bu da bir siyasi manevraydı. İyi de oldu. Fakat bugün, başta Selahattin Demirtaş olmak üzere, topyekun Halkların Demokratik Partisi (HDP) grubunu hedef alan “dokunulmazlık” tartışmalarında, (kamu güvenliğini doğrudan ilgilendiren Faysal Sarıyıldız meselesi müstesna) evet, yine bir siyasi manevra sözkonusu ancak bunun, süreçte gördüğümüz “devlet olgunluğunu” pekiştirecek bir çaba olarak nitelendirilmesi zor gibi.

Sözgelimi, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu’nun, HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş hakkında Mayıs sonunda yaptığı suç duyurusunda savcılığın ta 29 Temmuz’da harekete geçmesi ve fezleke düzenlemesi hoş bir manzara değil. Suç duyurusunun konusu, Demirtaş’ın “seçimlerde hile yapılacağı” iddiaları olunca hiç hoş değil. Öte yandan, Demirtaş’ın, 6-8 Ekim Olayları kapsamındaki söz ve fiillerine dair 2014 Ekim’inde, Kasım’ında, Aralık’ında… neredeyse 10 aydır hiçbir şey yapılmamışken ta 2015’in 30 Temmuz’unda soruşturulma açılması da hiç hoş değil. Hele ki tüm bunlar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Parti kapatmaya karşıyım, ancak sorumlular bedel ödemeli” minvalindeki 28 Temmuz tarihli konuşmasından sadece bir gün ve iki gün sonra yaşanınca…

Belli ki yeni bir seçim sathı mailine girmek üzereyiz, belli ki millet barış konusunda kimin samimi olduğunu görmeye başladı, belli ki seçimlerde en çok barış oylanacak, belli ki batının da doğunun da HDP’ye oy veren bir kısım seçmeninde pişmanlık var, belli ki “AK Parti’ye sitem edip” HDP’ye oy vermiş Kürtler yeniden AK Parti’ye dönmeye meyilli; aslen barıştan yana olan AK Parti’yi siyaseten mağrur, aslen savaştan yana olan HDP’yi siyaseten mağdur kılıfına sokabilecek böylesi büyük riskler almaya ne gerek var?

Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun ifade ettiği üzere, “alınan mesaj” doğrultusunda PKK ve türevlerine ilişkin olarak kolluk güçleri ve ordu aracılığıyla yürütülen operasyonlar, alınan tedbirler kamu güvenliğinin bir gereğidir. Fakat, HDP’yi yargı yoluyla ya da siyaseten zor kullanarak safdışı etmeye çalışmak, “Barış sürecinin yegane muhatabı HDP çizgisi değildir” iddiamızı karşılayacak bir şey gibi görünmüyor. “Her ne surette olursa olsun bir an evvel HDP’yi devreden çıkalım” yerine, “Bir an evvel ama soğukkanlılıkla yegane muhatabımızın HDP çizgisi olmadığını ortaya koyalım” denmesi, buna dair siyasi adımların bir an evvel atılması gerekmez mi?

“AK Parti’ye sitem edip” HDP’ye oy vermişken Demirtaş ve arkadaşları hakkında zihnindeki soru işaretleri iyiden iyiye belirginleşmiş seçmenin zihninde, “Hiçbir şey bulmadınız da ‘hile yapılacak’ iddiası yüzünden mi Demirtaş’ı hedef aldınız?” yahut “10 aydır yaprak kımıldamazken Demirtaş neden bugün 6-8 Ekim’le ilgili soruşturuluyor?” sorularını güçlendirmek, Allahualem hiç fayda etmeyeceği gibi, süreç boyunca samimiyetin bir emaresi olarak zuhur eden siyasi soğukkanlılıkla da uyuşmaz.

“Dokunulmazlık” bahsini kapatınca alınacak risk şu günlerde büyük görünebilir, ancak HDP’nin mağdur ilan edilmesine sebep olacak muhtemel riskle kıyaslanınca devede kulak kalır.

Hatta, şahsen, daha da ileri gidilsin isterim. Meclis acilen toplansın ve seçim barajının yüzde 5’e indirileceği bir kanun değişikliğine imza atsın. Seçimlere de bir yıl sonra, bu kanunla girelim.