Suudi Arabistanlı bir grup muhalif aktivist önceki gün bir bildiri yayınlayarak “Ulusal Kurul Partisi” adıyla bir siyasi parti kurulduğunu duyurdu.

Partinin kurucu isimleri arasında halen tutuklu olan ünlü âlim Selman el-Avde’nin oğlu Abdullah el-Avde ve Kanada’da yaşayan Ömer ez-Zehrâni gibi isimler var.

Diasporada muhalif parti kurduklarını açıklayan aktivistlerin çoğu Batı kültürünü yakından tanıyan ve sosyal medyayı yoğun bir şekilde kullanan gençler.

Amaçlarını da “demokratik bir mekanizmanın tesisi” olarak açıklıyorlar.

Muhaliflerin siyasi parti çatısı altında örgütlü bir şekilde hareket etme kararı almaları önemli bir gelişme.

Faaliyetlerini koordineli olarak yürütebilecek ve muhatapları tarafından daha çok ciddiye alınacaklar.

“Otoritelerin kaynağının halk olduğuna inanıyoruz” sloganıyla kurulan ve kuvvetler ayrılığı ilkesini savunan parti, mutlak monarşiyle yönetilen ve siyasi partilerin yasak olduğu bir ülkede ne yapabilir?

Her şeyden önce bu tür girişimler sonuçta başarısız dahi olsalar geride incelenmeyi ve dikkate alınmayı hak eden önemli deneyimler bırakırlar.

Hataları dahi gelecek nesillere ders olur.

Dolayısıyla siyasi parti çatısı altında bir araya geldiklerini ilan eden aktivistlere “Hiçbir şey yapamazlar” gözüyle bakmamak gerek.

Bununla birlikte kurulduğu açıklanan partiyle ilgili birçok soru işareti ve belirsizlik gündemde.

Suudi Arabistan toplumu bir yandan küreselleşmenin ve iletişim devriminin etkisiyle ve diğer yandan da Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın zorlamasıyla yaşadığı değişim sürecine rağmen hâlâ dindar ve muhafazakâr bir yapıya sahip.

Demokrasi, siyasi parti ve muhalefet kültürüne oldukça uzak, “ulu’l-emre mutlak itaat” inancıyla yoğrulmuş mevcut Suudi Arabistan toplumunun uzun süredir Amerika’da, İngiltere’de ve Kanada’da yaşayan gençlerin kurduğu partiye ve söylemine kolayca uyum sağlamaları beklenmemeli.

Partinin hedefi kraliyet ailesini devirmek mi yoksa mevcut yönetim altında anayasal monarşiye ve demokrasiye geçiş mi?

Geçmişte yapılan reform çağrılarına şiddetle karşılık veren Suudi Arabistan’daki mevcut rejim halk iradesinin tecellisi yönünde en ufak bir değişime dahi açık değil.

Bu nedenle yine muhalif bazı isimler reform yerine doğrudan rejim değişikliğinin hedeflenmesi gerektiği görüşünde.

Partinin kurucuları arasında yer alan aktivistlerin rejimin “gayr-i kâbil-i ıslâh” olduğu gerçeğini bilmemeleri mümkün değil.

Rejim değişikliği yerine reform söylemini benimsemelerinde Suriye, Mısır ve Yemen’de yaşananları gören halkı korkutmama dürtüsü yatıyor olabilir.

Kurucularının açıklamalarından partinin bir hedefinin de Batı kamuoyuna Suudi Arabistan’da yaşanan insan hakları ihlallerini anlatmak olduğu anlaşılıyor.

Bu noktada şu soru gündeme geliyor:

Amerika ve Avrupa ülkeleri Suudi Arabistan’da ne olup bittiğinden habersiz mi?

Örneğin, rahmetli Cemal Kaşıkçı’nın Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın bilgisi dâhilinde vahşice katledildiğini bilmiyorlar mı?

Bilakis her şeyin farkındalar.

Batı kamuoyuna hitap etmekte herhangi bir beis yok.

Fakat çıkarlarına göre demokrasi ve insan hakları havarisi kesilen Batı ülkelerine bel bağlamanın hayal kırıklığıyla sonuçlanacağını Arap Baharı bize açıkça gösterdi.