Çoğunluk gibi, ilk kez 1993 yılında tanıştığım internetin hayatımızın içine bu derecede bir sızmayla girebileceğini birçok kimse gibi bende kestirememiştim. Bundan on yıl kadar önce “İnternet ve Hukuk” dersi ile “Bilişim Hukuku” derslerini verirken konu hakkında birçok tebliğ sunma ve bilişim alanıyla hukuk arasındaki bağlantıları daha detaylı olarak görmem mümkün olmuştu.

2010 yılında “e-Devlet Dönüşümü ve Dijitalleşen Kamu Hizmeti” adıyla kaleme aldığım profesörlük tezimin hazırlığı aşamasındaki tartışmalarda, işin bugünkü boyutlara varabileceği konusunda inandırıcılığımız olmuyor ve fantezi konular üzerinde çalışıldığı düşünülüyordu. Fakat yaşanan gelişmeler, Ceza Hukuku’ndan İdare Hukuku’na; Ticaret Hukuku’ndan Vergi Hukuku’na kadar her sahada, beklenmedik bir hızla etkilerini gösterdi. Bilişim ve internet üzerinden ortaya çıkabilecek hukuki uyuşmazlıklar, dijital idari işlemler, e-devlet imkanları ve online hukuk problemleri artık mevzuatın bir parçasına dönüştü.

Geçen yüzyılın ortalarında bir hesap makinesi kapasitesine sahip olan ve bir odayı dolduran devasa bilgisayarların üzerinden zihnimizin sınırlarını zorlayacak gelişmeleri yaşar olduk. Hemen aynı yıllarda bir kaç bilgisayarı birbirine bağlayan bir çalışma ağı ile askeri amaçlarla sınırlı bir çalışma ağı (network) ortaya çıkmaya başlamıştı. Şimdilerde ise dünyanın gündemine bambaşka bir konu girmiş oldu: “yapay zekâ”. O günlerde, ilk kez 1957 yılında,bu ilkel bilgisayarlarla birlikte, insanlar “yapay zekâ”yı (artificialintelligence) kavram olarak kullanıp gündemlerine almış oldular.

Tükenmeyen bir tema yakalamış olan Hollywood, bu meraklı konuyu 15 yıldır gündemimizde başarıyla tutuyor. Bu filmlerden “yapay zekâ”ya dair en uç ihtimalleri işleyen “Evrim” (Transcendence), fantastik bir yaklaşımla insanın bu konudaki bütün korkularını harekete geçirip işlemekte oldukça başarılı.

Filmi izlediğinizde kontrolden çıkmış gelişkin bir “yapay zeka”nın diğer bilgisayarlara ve ağlara hükmederek üretime geçmesi konu edinilmiş. “Yapay zeka”, insan gibi hırsları, planlama yeteneği, sevgi, ihtiras ve intikam duygusu olan ama tam anlamıyla şeytani bir güç olarak tasvir edilmiş. Burada en ilginç olan nokta, yapay zekânın önce doku, insan ve moleküller üretmeye kalkışması, yani bir anlamda insan eliyle üretilmiş ve insana hükmedebilen “bir yapay tanrı”ya dönüşmesi. Bu tür bir endişenin yerinde olup olmadığını henüz bilmiyoruz. Diğer yandan, bilişim teknolojilerinin son on yılda kat ettiği mesafe bile bu tür endişeleri körüklüyor. Bunun da ötesinde, felsefi, ahlaki (moral), sosyal ne tür değişikliklere yol açabileceğini şimdiden kestirmek mümkün görünmüyor.

Yapay zekânın ulaşılabileceği sınırlar; kontrol içinde tutulabilmesi; suç işlemeye programlanması veya suça eğilim göstermesi; insanlık için bir tehdide dönüşmesi; birbirine eklemlenerek gelişen bir zekâ ile insan kapasitesinin üstüne çıkabilmesi ihtimalleri kaygı uyandırıyor.

Bu kaygıları teyit eden diğer gelişmelere baktığımızda sanayide kullanılan robotlardan, asker veya suikastçı robotların şu anda farklı ülkelerde denenmekte olan prototiplerindeki gelişmelerürkütücü boyutta.

İHA ve SİHA’lar gibi gerekli ve daha masum sayılabilecek örnekleri kastetmiyorum. İnsandan 300 defa hızlı manevra kabiliyeti olan; hedefi asla şaşırmayan; yanılma payı ve merhameti olmayan; programlanmış ölümcül cihazların, mesela avuç içi büyüklüğünde teçhizatlı bir drone’un ölüm makinesi olarak geliştirilmiş olması insanı ürkütüyor.

Şüphesiz, yapay zekâ ve robot teknolojileri birbirinden bağımsız ve doğrudan bağlantılı olmak zorunda da değil. Fakat asıl ürkütücü olan, bu ikisinin birleşmesi halinde ortaya çıkabilecek problemler.Kendi sürekli olarak geliştiren, zeki, mekanik katillere dönüşmesi halinde bunların nasıl durdurulabileceği akla geliyor. Konu,onların mekanik olarak durdurulması kadar, Ceza Hukuku ile ilgili tartışmaları da içeriyor. Diğer yandan, idare adına işlem yapan robotların ve devletin sorumluluğu; yapay zekâya sahip robotların işçi ve memur haklarından yararlanıp yararlanamayacağı; köle olarak görülüp görülemeyeceği; insan hakları gibi “robot hakları”nın olup olamayacağı gibi hukukun umulmadık alanlarını ve tartışma konularını ilgilendiriyor.

Bütün bu kaygıları besleyen asıl sebep, insan hafızasından daha fazlasını depolayıp hızla birleştirip kullanabilecek ve sentezler oluşturacak makinaların, insanların kapasitelerinin üzerine çıkarak onları köleleştirme korkusu. Bu ihtimali şahsen, kötü niyetli insanlarınonları üretmek için özel gayret sarf etmeleri dışında hala çok uzak bir fantezi olarak görüyorum. “Yapay zeka”nın böylesi fantastik riskleri taşıyabilecek olması, diğer bütün stratejik alanları etkileyecek. Geleceğin belki de en önemli olacak bu sahasından uzak durmak yerine,bu öğrenmek ve barışçıl amaçlarla geliştirmek üzere çalışmalar teşvik edilmeli. Tabii ki bundan önce, bilişim sektörünün başarılı binlerce elemanını yurtdışı yerine ülke içinde kalmaya ikna edecek bir çalışma atmosferi kurarak.

Bütün bu tartışmalar bir yana, 20 yıldır entelektüel tartışmalarda zamana zaman dile getirilip unutulan konulardan birisi olarak bilişim sektörü, bilişim teknolojileri ve sektörün temelindeolan ve çok geciktiğimiz “chip” üretme işine ülkemizde ne zaman başlanılacağı merak konusu?