“İnsanları veda ettiklerinde tanırsın” dedi geçenlerde bir ağabeyim. Sonra devam etti “bunca yıldır gördüm, anladım ve yaşadım ki insanların çoğu senden bir şey alabildikleri müddetçe dostundur. Sende olan tükenince ve senin onlara vereceğin bir şey kalmayınca hatta belki de sen ondan almaya mecbur olunca yüzler duvar, gözler cam kırığı, sözler hep ve sadece teselli olur” deyip de birkaç sene evvel bıraktığı sigaraya hasret çeker gibi derin bir nefes çekip oflayarak gerisin geri bıraktı.

Sonra da susuverdi, başkaca bir şey söylemedi.

Cânım kâri -böyle deyince kızanlar var. Neden bilmiyorum ama “kâri demeden bir yazı yazamıyor musun?” diye üzerime geliyorlar. Çok fazla da dert etmiyorum bunu aslında ama yine de anlaşılmadığımı anlıyorum. Belki de haklılar. Ama ne yapayım ki böyle yazmayı seviyorum. Onları bilmem ama bana daha samimi ve daha gerçek geliyor. Neyse…- insan vedalaşırken ayrılırken ya da zorda kalınca mı tanınır ben henüz bilmiyorum. Zira yaşamak lazım, tecrübe etmek ve o zaman böyle bir cümleyi söylemek lazım. Ama bu cümleleri kuran ağabeyimin de hakkı vardır zannediyorum.

Paylaşacak bir şey olmayınca herkes dost, herkes kardeş ama bir de araya menfaat giriverince… Ortalık işte tam o zaman karışıveriyor. Yok olanı paylaşmak kolay iş ve kimse zaten bunun için de kavga etmiyor. Hatta olmayanı paylaşmakta herkes çok mahir… Var olunca da herkes birbirinden kaçıyor. Araya dünyalık girince dünya onun oldu sanıp kimseye bir yudum su vermiyor insan.

Hangi kitapta okuduğumu ya da kimden duyduğumu tam olarak hatırlayamasam da zihnimde şöyle bir hikâye var. Affına sığınarak ve “sözüm meclisten dışarı” diye de ekleyerek yazıyorum;

Dervişin biri bir gün talebeleriyle yolda giderken iki yavru köpeğin bir kenarda oynadıklarını görmüşler. Hayranlıkla ve şefkatle onları seyreden talebelerden biri dervişe dönüp;

– “Efendim” demiş “Şunlara bakın ne de güzel oynuyorlar. Ne bir kavga ne bir dövüş… İnsanlar da böyle olsa, kavga etmeden, kardeş gibi yaşasa…”

Derviş tebessüm etmiş önce. Sonra;

– “Evlat” demiş “doğru dersin ne güzel kavgasız dövüşsüz yaşıyorlar. Lakin aralarına bir kemik atıver de işte o zaman gör ki bak ne olacak!”

İzaha lüzum yok sanıyorum.

Ben her şey bitti sanmıştım ki aynı ağabeyimin dilinden bir son cümle döküldü:

“Ah, dedi ah… Dünya dediğin bir handır ve yaşadım desen de yalandır…”