Bu soruya bir çırpıda ve hiç düşünmeden “hizmet” diyebilseydim keşke!

Duygu eşiği oldukça kırılgan olan Akdeniz ya da Doğu toplumlarından biri olan Türk toplumunda da durum duygusal açıdan farklı değildir; söz konusu vaziyetin diğer toplumlarda var olmadığı anlamına da sürüklenmeyelim tabii.

Duygusal hareket eden toplumların, duygusal açıdan zaaflı olduğu liderlerinin -kitle psikolojisinin bir konusu olarak- bütün komutlarını yerine getirmesi gibi bir gerçeklik vardır.

Bu gerçeklik, zaman zaman liderler tarafından sunulan irrasyonel komutların da sorgulanmadan yerine getirileceği sonucunu doğuruyor.

James Reston, vurdumduymaz tavırlarıyla ABD’yi yöneten Reagan’ı -hem de bir değil iki kez- Beyaz Saray’a gönderen seçmenin, her türlü gerçeği bilme imkânına sahip olduğu hâlde durumu görmezden geldiğini yazmıştı.

Yeni medya araçlarıyla inşa edilen “rıza imalatı”, aslında hiç olmayan belki de hiç olmayacak vaatleri -bile isteye- satın alan seçmen kitlesinin bu davranış eğilimini çok daha güçlü yöntemlerle pekiştirdi.

Verdiği vaatleri bırakın yerine getirmeyi, hatırlamayı bile başaramayan bir İBB Başkanı’nın, belediyecilikte bütün ezberleri bozmuş bir partinin adayı olan Murat Kurum karşısında hâlâ başa baş bir yarışla anılması hizmetin değil, ideolojinin yerelde de en belirleyici faktör olduğunu gösteriyor.

Şayet yerelde belirleyici olan hizmet ise bir tarafın güçlü hizmet geçmişi, diğer tarafın açık başarısızlığı karşısında uzak ara önde olmayı gerektirmez mi?

Belli ki CHP’li İBB Başkanı’na destek veren seçmen de tıpkı Reagan’ın seçmeni gibi her şeyi bilebilme imkânına sahipken onu bütün bu hezeyanlarıyla, unutkanlıklarıyla, tatilleriyle tekrar seçmek istiyor.

Zira her şey ve bütün mukayeseleriyle birlikte ayne’l-yakîn göz önündedir.

İstanbul seçmeninin bu refleksinin İzmir, Kadıköy, Bakırköy ya da Beşiktaş seçmeni gibi bir süreklilik oluşturacağı kanaatinde de değilim.

Seçmenin, çok pragmatik bir eğilimle kendisi için en doğrusunu seçme konusunda gösterdiği tarihî reflekse geri döneceğini düşünüyorum.

Çünkü beş yıl daha yeterli hizmeti alamayan İstanbul’un tamamen tıkanacağını tahmin etmek hiç de zor değildir.

İBB Başkanı tekrar seçildiğinde de yine AK Parti iktidarıyla çalışmak durumunda olacağı için beş yıl sonra yine “engellendim” deme konforunu mutlaka seçecek ve aldığı bütün desteği inkâr ederek vaatlerini neden yerine getirmediğine bahane üretecektir.

İşin başka bir tarafı da bu noktada bir çelişki yaratmaktadır.

Hadi diyelim ki İmamoğlu, 65 km metroya çökmedi ve kendi yaptı.

O zaman nasıl engellendiğini de izah etmesi lazım değil mi?

Madem “İstanbul başardı”; o hâlde nasıl engellendi?

Dahası, kendi ifadesine göre tekrar engelleneceği için hizmet yapamayacağı bir başkanlığa neden aday oluyor?

Eğer isteseydi hiçbir adım attırmayacak Belediye Meclisi üstünlüğüne sahip AK Parti ya da Cumhur İttifakı’na rağmen yaptıklarını nasıl gerçekleştirdi? 

Benim zihnimi meşgul eden çelişkilerin, İBB Başkanı’na oy vereceklerin zihnini meşgul etmiyor olması akla aykırı şeyler.

Bu da demek oluyor ki ortak çıkarlar için üretilmiş yalanlar, algılar bilindiği hâlde tepki üretmiyor.

Tıpkı DEM ittifakının da ortak çıkarlar çerçevesinde değerlendirildiği gibi.

Abdülhamit nefreti de İttihat ve Terakki ile Ermeni çeteler arasında bir iş birliğini hiç de “ihanet” olarak görmemişti mesela.

Bu noktada güveneceğimiz en önemli şey, Anadolu irfanının beslediği, millî ve manevi değerlerle mücehhez yüreklerdir.

Şehit cenazelerinde boy gösteren aymaz takiyeciliğin, Anadolu irfanına çarpınca nasıl parçalanacağını 31 Mart 2024’te bir kez daha göreceğiz İnşAllah…