7 Haziran’da CHP’nin ve MHP’nin performansı Türkiye’deki siyasi dengeleri değiştirecek bir unsur değildi. 7 Haziran’da siyasete yön verecek yegâne husus barajı aşacak dördüncü bir partinin meclise girip giremeyeceğiydi. Bu, HDP eliyle değil de güçleri olsaydı “Paralel’in” bir partisiyle de yapılmak istenebilirdi. Ama o güç olmayınca HDP’ye yönelerek yaptılar. Yani mesele şuydu; dördüncü parti olmadan AK Parti’nin tek başına iktidar olmasını engellemek mümkün değildi. O dönemde dikkat ederseniz 17-25 Aralık’tan sonra bir çok teşebbüs oldu, İdris Bal, İdris Naim Şahin gibi her formül denendi ama o tutmayınca geride tek alternatif vardı HDP’nin barajı geçmesini sağlamak. HDP’nin barajı geçmesi için de, çözüm sürecinin durması ve AK Parti karşıtlığına dayanan bir HDP’nin oluşması gerekiyordu. Yani çözüm süreci devam ediyor ve bu anlamda AK Parti karşıtlığına dayanmayan bir HDP olsaydı, eski bir HDP elverişli bir parti değildi, barajı geçmesi açısından. BDP’nin HDP’ye dönüşmesi ve BDP’nin aksine HDP’nin çözüm süreci bağlamında karşı tavır alması ve AK Parti karşıtlığı gerekiyordu.

Operasyonlardan önce HDP ile temasınız oldu mu?

1 Ekim’de Başbakanlık’ta HDP’yi kabul ettim, “yaptığınız çağrılar bir felaketin kapısını aralıyor, yapmayın bu çağrıları, biz sizin ne yaptığınızı biliyoruz dedim. PKK nerede, kimlerle konuşuyor biliyoruz; “Paralel” ile nerede ne konuştuğunuzu biliyoruz, yapmayın dedim. Bakın tam operasyondan bir hafta önceydi, hepsine “ateşle oynuyorsunuz yapmayın” dedim.

Operasyonlar AK Partinin seçim çalışması mı?

Hangi iktidar terörle mücadele sürerken seçime gitmek ister? Hem güvenlik şartları hem de toplumsal ve psikolojik şartlar itibariyle aldığımız en riskli karar buydu. Eğer, parti menfaatini düşünüyor olsaydık bu operasyonları Kasım sonrasına erteledik. Ama ülke o kadar bekleyemezdi. Daha doğrusu bu hainler terör baronları bize bu kadar süre tanımazlar ve ülkede büyük bir kaosa sebep olurlardı. Siyasi risk alarak oy kaybetme riskine rağmen operasyonlara başladık. Bir taraftan Bahçeli, haydi terörle mücadele diye teşvik etti diğer taraftan da kendisi kenara çekti. Şundan medet umdu: şehit cenazeleri gelip zor durumda kalacağız hem de HDP’li bir anayasal hükümet kurmak zorunda kalarak popülaritemize kaybedeceğiz. Ama tutumadı.

Ankara saldırısı seçimi nasıl etkiler?

Ankara saldırısı sonra ortaya çıkan psikolojik ortam çok açık soruyorum AK Parti tek başına iktidar olmasına katkı mı yapar yoksa zorlaştırır mı? Aklı başında hiçbir insan, bu saldırı AK Partiyi tek başına iktidar olmasına katkı yapar demez. Zorlaştırır! Kasım’da AK partinin tek başına iktidar olup ülkenin istikrara kavuşmasını engellemek için yapılan bir saldırıyla karşı karşıyayız.

1 Kasım’dan sonra 5. Parti çıkar mı?

5.Parti çıkarsa MHP’nin içinden çıkabilir. Ama grup kurar mı onu bilemeyiz. AK Parti bir çok zorluğu aşarak buralara geldi. 5. parti, suyu bulandırmak için yapılan bir çıkıştır. Kendi parti zaafını görmek için çıkarılmıştır.

Bundan sonra HDP ile siyasi ilişki nasıl olacak?

O HDP’nin tutumuna bağlı, siyasi mi olacaklar, siyasetçi mi olacaklar yoksa terörün uzantısı mı olacaklar; terör faaliyetlerini meşru kılan bir hareket mi olacaklar onlara bağlı. Bunun seçimle bir ilgisi yok. Cumhurbaşkanı savaş istiyor, AK Parti seçim için bunu yaptı laflarının hiçbir karşılığı yok. Ceylanpınardaki polisimizi biz kendi kendimize öldürtmedik! Kendileri üstlendiler o cinayeti. Ve o katliam yapılmamış olsaydı biz böyle bir karar almayabilirdik. Biraz daha gelişmeleri takip edebilirdik. Ama bu çerçevede HDP’nin ve HDP içinde PKK ile ilintili olmayan grupların çevrelerin özellikle bütün bunları tekrar değerlendirmesi lazım. Nerede duracaklar, ne yapacaklar? Çok utangaç bir şekilde “PKK silahları bıraksın” diyorlar. Çatışmasızlıktan kastettikleri şey, demokrasi görüntüsü altında asker operasyonu dursun ama bunlar hendek kazmaya devam etsinler, iş makinelerini yakmaya devam etsinler şehirlere gidip asfaltların altına bir gün kullanırız diye mayın yerleştirsinler. Araç toplasınlar, gençleri dağlara kaçırsınlar. Bu olmayacak. Yani çatışmasızlık denilen şey bizim için bundan sonra bir gri alan olan çatışmasızlık olamaz! Beyaz bir alana geçmemiz lazım, o da nedir? Silahlar bırakılacak, ve Türkiye Cumhuriyeti toprakları içinde tek bir silahlı unsur olmayacak! Herkes demokratik mücadele içinde istediği fikri savunur en aykırı görüşleri dile getirir, HPD de siyasetini yürütebilir ama başka türlü hiçbir şeye izin verilmez.

PKK’yı umutlandıran ne oldu?

PKK şunu hesap edemedi. Daeş’e karşı koalisyon içinde olan her aktör meşrulaştı. Öyle bir fırsatçılığa yöneldi ki Türkiye’yi DAEŞ’le özdeşleştirip kendisini meşrulaştırmak istedi. AK Parti’yi gayrimeşrulaştırmaya çalıştı.

Paralelle yaptıkları paslaşmalarla Türkiye’yi köşeyi sıkıştıracaklarını sandılar. Bu şeytanlaştırmayla kendilerini melekleştirebileceklerini sandılar. Burada hafife aldıkları husus şuydu; Çözüm sürecini bitirmekle kendi can damarlarını kestiler. Bundan sonra kim PKK’nın yanında yer alırsa bizim için hedeftir. Türkiye reel olarak ağırlığını koydu. Türkiye’ye Suriye’den sızmaya kalktıkları anda her türlü tedbiri alırız.

Terörle mücadele Çözüm Süreci’ni etkiler mi?

Biz çözüm süreci kararını verirken stratejik bir karar olarak sonuna kadar gidebilecek araçları kullandık. Onlar ise silahlı unsurlarını çekmedi. Türkiye’den silahlı unsurlarını çekselerdi sonunda herkes kazanırdı. Ama bunlar geriye döndüler. Rojava ve başka olayları fırsata gibi kullanarak geri dönmeye kalktılar. Şimdi ise nefesleri tükeniyor ama devletin nefesi tükenmez.

PKK ve DHKP-C işbirliğinde IŞİD nasıl yan yana gelebiliyor?

DAEŞ dediğiniz şey içine yabancıların rahatlıkla sızabildiği yer. 3 ay eğitim almış, bir kaç ayeti okuyabilen ve sloganik bir kaç söz söyleyebilen bir Avrupalıyı giydirin gönderin bir müddet sonra komutan oluyor. Çeçenistan hareketi de bu şekilde yokedildi. Çeçen halkının yerine 6 ay eğitim ile Kadı ilan ediyorlardı o zaman. Kadı ilan edilen kişinin verdiği hükümler şimdi Suriye’de bakıyorsun aynı hükümler veriyor.

Kim nasıl kırbaçlanacak, kimin kolu nasıl kesilecek tamamıyla ceza hukukuna dayalı bir islam algısı. Onun da doğru uygulanmıyor. Bir müddet sonra Müslümalarıda ondan soğutuyor. DAEŞ’in içine her türlü unsur sızabilir. En fazla da Muhaberat sızıyor. Çünkü DAEŞ’in kurucu unsurları Suriye ve Irak hapishanelerinden çıkanlardır.

Müslüman Kardeşler’in köklü derinliğine giden çünkü bir nefesi var nüfuz etmek mümkün değil. Ama burada 3 yıl önce çıkartılmış bir yapı var. Görünüşte DAEŞ diye bir piyon var ama arkasında kimin olduğunu ortaya çıkarmak da zor. Farklı hedefleri de olabilir.

Suriye konsunda Türkiye bütün kartlarını göstermedi dediniz.

Şu ana kadar bizim Suriye politikamızda Suriye’yi ve Ortadoğu’yu dönüştürmek için fiili müdahaleye dayalı bir yaklaşım olmadı. Yani, bir sürü provokasyona rağmen Türkiye, Suriye sınırını fiili olarak hiç geçmedi. 3 farklı dönemden söz edebiliriz. Birincisi, Arap Baharı’na kadar iyi olduğumuz dönem. Bu dönemde iyi olmamız doğaldı. Çünkü ortada bir çatışma yoktu. Öldürülen kitleler, kaçan insanlar yoktu. Yani muhatabımız sistemlerini beğenmediğimiz ama meşru gördüğümüz yönetimlerdi. Dünyadaki her sistemi beğeniyor değiliz ama muhatabımız meşru olabilir. O zaman hedefimiz tabandan bir değişimi yönlendirmekti. Başdanışmanlık yaptığım zamandan beri 60 küsur kere gittim. Suriye’ye teklif ettiğimiz her şey Suriye toplumunu uzun dönemde yavaş yavaş dönüştürecek şeylerdi. 2011 Arap Baharı’na kadar böyle gitti. Mısır ile de aynı şekildeydi. Hâlâ hüzünle hatırladığım Türkiye-Ürdün-Lübnan-Suriye dörtlü Levant Ortak Pazarı, ortak havzası, ortak serbest ticaret alanını 2010’un Ekim’inde açıklamıştık. “Türkiye kartını oynamadı”dan kastım şu: 2013 Mısır darbesinden bu yana bölgede kuşatılan ve yok edilen sadece demokrasi ve demokratik hareketler değil, o günden bu güne dikkat edin, bölge kaosla diktatörlükler arasında gidip geliyor. Demokrasi ümidini kaybetti. Tümüyle yok olmadı bu ümit mutlaka tekrar yeşerecek ama zayıfladı. Diktatörler geri döndü. Yemen’de Husilerle döndü. Esed kendini toplamaya çalışıyor. Libya’da Genaral Hafter çıktı. Tobruk’ta başarılı olamadılar. Biz tüm bu dönemde müdahaleci bir tavır sergilemedik.Daha açık konuşayım:Bir, demokrasi kuşatıldı. İki, Türkiye kuşatılmaya çalışıldı. Demokrasinin Ortadoğu’da yükselmesinden en fazla istifade edecek olan Türkiye’ydi. Demokrasi rüzgârının Ortadoğu’da bastırılması, aslında Türkiye’nin kuşatılması anlamına geliyordu. Ve birçok çıkarları birbirleriyle çatışan ülkeler Ortadoğu’da demokratik hareketlerin söndürülmesi ve Türkiye’nin etkisinin daraltılması konusunda ortak menfaatlerde buluştu. Biz Suriye’nin kendi içinde, o ülkenin kendi doğallığı içinde değişimine önem verdi.
Ha zorlanırsak. DEAŞ’ın 20 Temmuz’daki Suruç saldırısında, PKK’nın Ceylanpınar saldırısında olduğu gibi yani doğrudan saldırıya uğrarsak, işte o zaman kullanmadığımız kartları kullanmak durumunda kalırız. Elimizdeki gücü kullanmaya başlarız. Keza kullanmaya başladık da.

Türkiye Suriye konusunda destek olduğu grupları neye göre sçiyor?

Biz demokratik grupların tümünün haklarını savunduk. Türkiye’nin denklemde olmadığı bir Suriye çözümü olamaz. Biz bu konuda ağırlığımızı nereye koyarsak oranın güçlerini değiştirecek kapasiteye sahibiz. Bunu Kuzey Irak’ta gösterdik.

Suriye’de Kürtlerin hiçbir kimliği yoktu. Ben 6 Nisan 2011 yılında gittiğimde götürdüğüm reform paketinin 1. maddesi “Kürtler’e kimliklerini verin” olmuştu. Mesela şimdi PYD ile ilgili gelişmelerde sanki biz Kürtler’in kazanımlarına karşıymışız gibi bir tablo çizmeye çalışıyorlar. O zamanlar ben giderken dönemin BDP’lileri şimdiki HDP’liler “Aman Bakanım Esed’a söyleyin” diyorlardı. Ben de “Sizin söylemenize gerek yok biz Kürtlerin haklarını zaten takip ediyoruz. Ederiz” demiştim.