Dikkat: Zaten anlaşılacaktır da yine hatırlatayım: Birazdan okuyacağınız metinde geçen “abi” ve “abla” tabirlerinin malum ve güncel “abi ve ablalarla” hiçbir ilgisi yoktur, olamaz.

***

Devrimci bir adam bir yazı yazıyor, çocuk olduğu adından belli birisi (malum, bazı isimler henüz 20-25 yıldır hayatımızda) “Şu şu noktalara katılmasam da genel olarak beğendiğim bir yazı” diyor. Bir başkası hakkında bir başka çocuk, “kendisini sevdiğini; ama üslubunu biraz fazla duygusal bulduğunu” söylüyor. Bir başka çocuğa göre “filancanın muhabbeti güzel; ama hepsi o kadar.”

İşinde gücünde, namazında niyazında babama bu olan biteni anlatsam mevzubahis çocuklar için “densizler” der ve konuyu kapatırdı. Bense onun kadar arif olmadığımdan bu kadar kısa kesemiyorum.

Yıllar evvel bir dergi okudum, bazı adamlarla karşılaştım hayatım değişti. Etkilendim. Her birini takip etmeye çalıştım. Okudum. Araştırdım. Gene okudum. Gün geldi onlarla tanışma fırsatım oldu. Kimisiyle arkadaş oldum.

Fark ettiğim manzara çarpıcıydı: Ben “dava” için dünyanın bir ucuna gitmeye hazırken, onlar anne-babalarının gönülleri hoş olsun diye dünyanın bir ucunu bırakıp ailelerinin yanına gelmişlerdi. Ben “davaya” dair filanca meselede öfkeli cümleler kurmaya hazırlanırken, onlar kızlarının “elif cüzünü” bitirdiklerini, “Kur’an’a geçtiklerini” anlatıyorlardı. Ben “bizim camiadan” bir adamın falsosunu görüp “Bu nasıl mümkün?” diye delirirken, onlar bana şöyle diyorlardı: “Her şeyi düşün… Belki adamın bir sıkıntısı vardır. Belki ev kirasını ödeyememiştir. Belki çocuğu hastadır. Belki işinden atılmıştır…”

Ben “dava-içi” bir adamdım, onların bu “dava-dışı” hallerini yadırgıyordum, evet, ama onlar “davaya” benden kat kat daha fazla hizmet etmişlerdi, ediyorlardı, edeceklerdi. Ben fikirlerin, ideolojilerin, tartışmaların arasında yaşıyordum; onlarsa hayatın içindeydiler. Bu yüzden onlar muvaffak, muteber ve mütebessimdi; bense suratı asık, ezik ve çaresizdim. Hayatla irtibatı olmayan, hayatı dışlayan, yok sayan ne “davaya” ne de başka bir şeye hizmet edebilirdi. “Davaya” hizmetin gücü, hayatla münasebetteki yoğunluğa bağlıydı. “Davaya” en çok hizmet eden, hayatla en çok münasebeti olandı.

Benim hayatımda ve benden öncekilerin hayatında böyle “abi” (ya da “abla”) diye bir vaka vardı. Yeri geldiğinde bizimle arkadaş olan, yeri geldiğinde bizi müdafaa eden, yeri geldiğinde bize destek çıkan kimselerdi. “Fikir yoğunluğumuz” ne zaman bizi hayat dairesinden çıkarmaya meyletse, müşfikçe ellerimizden tutup bizi o dairenin içinde tuttular. “Ahiretimizi abad etmek için” yola çıkan bizler, ailemizi, eşimizi dostumuzu, arkadaşlarımızı kahredecek şekilde “dünyamızı berbat edecektik” ki, “abilerimiz” bizim yerimize frene bastılar, ışık tutup yol gösterdiler.

Şahsen, girişte değindiğim ve babamın “densizlik” diye adlandıracağı türden vakalarla karşılaşmamızı, mevzubahis çocukların “abisizlik” hallerine yoruyorum. Hiç kimse eleştiriden münezzeh değildir fakat eleştirinin alt metninde (ya da eleştirenin bilinçaltında) “Biliyoruz da konuşuyoruz!” cümlesi yer alıyorsa orada bir sakatlık var demektir: Hayatla münasebetsiz bir tarzın doğurduğu, hayatı üç beş aforizmanın, birkaç donuk kitabın ya da entelektüel vaazların (gevezeliklerin) etrafında sananlarla zuhur eden bir sakatlık.