Bizler, İstiklal şairini sürgüne gönderen bir milletin evlatları olarak tarihe geçtik. Gerisini konuşmaya gerek var mı?

İstiklal Marşı’nın kabulünün bilmem kaçıncı yılına methiyeler düzmenin, büyük adamdı, iyi babaydı filan…

Biri çıkmış diyor ki; “Mehmet Akif, içeriden İslamcı; dışarıdan reformist, modernistti.” Bir diğeri “evet, reformistti”; başkası “gelenekçi ama modernistti…”

Bunları da geçelim…

Kör bir fanatizmle –uyanık fanatizm var mıdır ki!- kafamızı kumlara gömüyoruz. Hiçbir şey görmüyoruz, hiçbir şey bilmiyoruz. Habire bizden öncekileri ‘öyle iyiydi, böyle kötüydü’ tahterevallisinde sallandırıp duruyoruz.

Akif, iyi bir mümindi. İnanmış bir adamdı. Dertli ve sorumluluk duygusu zirvede bir Müslümandı.

Sultan Abdülhamit’le veya başka bir kimseyle meselesi vardı veya yoktu. Efgani’ye ve Abduh’a yakındı. Özeleştirisini yapmıştır veya yapmamıştır. Bununla uğraşmam. Onun gösterdiği cesaretin, verdiği eserlerin binde birini bile yazamamış birilerinin kalkıp onu zeliller dosyasına kaldırmasına gönlüm razı olmuyor.

Bugün bile kimin kime yakın olduğunu hep birlikte görüyoruz. Her şey ortada…

Şu soruyu sormak hakkımızdır: Dünü kendi şartları, siyasal ve sosyal durumları ile değerlendirmeyi deniyor musun? Sen bugünü yaşarken yarın senin için de bu tür bir değerlendirme yapılabileceğini aklının ucundan geçiriyor musun?

Mehmet Akif modernist, reformist filan değildir. Modernist ya da onların kast ettiği anlamda reformist “yıkan, yok eden, parçalayan” anlamındadır. Akif, neyi yok etmiştir? Neyi parçalamıştır? Sadece yeni duruma karşı eleştirilerini dile getirmiş, kendince yorumlar yapmış ve bunun sonucunu da gönüllü sürgüne giderek ödemiştir. Gitmeseydi zaten ve belki de İstiklal Mahkemelerinde yargılanacaktı. Belki de idama götürülecekti!

Akif bize, “Batı’nın ahlakını değil ilmini alalım” diyordu. Haksız mıydı? İlim olarak ortaya ne koyabilmiştik? Eğer koymuş idi isek neden o halde idik?

Ahmet Örs’ün altını çizdiğim birkaç cümlesini aktarmak isterim: “Vaazları ve koşturmacalarıyla desteklediği sürecin nihai muktedirleri Cumhuriyetin kuruluşundan sonra batılı değer yargılarını ülkeye egemen kılınca Mehmet Akif memleketi terk etmiştir. Mücadele yerine terk edişi seçen Akif’in bu tutumu da eleştirilmiştir. Bu vesile ile İstiklal Marşı şairini sürgüne gönderen bir ülke olarak Türkiye de yaşadığı çelişkiyi göstermiştir.”

Bugün “beka sorunu” diye bir kavramdan söz ediyoruz. Akif de aynı kaygıları taşıyordu. O da bunu gördüğü için teslim olunmaması konusunda uyarılarda bulunuyordu. Sadece ülkemiz değil İslam dünyası için yükselen tehlikenin farkında idi. Yanıldığını hiçbirimiz söyleyemeyiz.

Dolayısıyla Mehmet Akif’i anlayabilmek için bugünün algısı ve bilgisiyle hareket etmemek gerekir. Bunu yaparken “esaslı bir entelektüel zemin” üzerinde yürünmelidir. Akif’in mirasını çar-çur etmemek gerekir. Yazıktır!

Akif, Kur’an’ı asrın idrakine uygun söyledi, o kadar…

Bir anlamda tefsir şairi idi Akif…

Açıp satır satır Safahat’ı okuyalım: Sureleri, ayetleri hatırlayalım. Karşılaştıralım.

Birinci Yeni, modernist bir şiir akımı idi. Sadece şiirde değil, dünyaya bakış, yorumlayış, felsefi duyuş olarak da… Geleneksel kalıpları yıkıp yeni bir şiir inşa ettiler. Başarılı oldular, olmadılar. Bu başka bir tartışma konusu…

Ama Akif’in böyle bir duruşu, isteği, çabası hiç ama hiç olmadı…

Klasik şiirin kodlarından zerre kadar ayrılmadı. Aruzdan, kafiyeden vazgeçmedi. Ama yeni bir şiir söyledi. Tıpkı Yahya Kemal gibi…

Yeni olmakla reformist olmak arasında büyük bir fark var. Hatta buna fark bile denmez. Modern imgeler, yeni usuller denemiş olabilir. Ama Akif, var olan şiir ırmağına kendi üslubunca yeni kaynaklar ilave etti, hepsi budur!