Araziyi anlamak için harita bilgisi gerekir. Harita okumanın anahtarı ölçektir. Ölçek büyüdükçe haritanın gösterdiği alan küçülür. Ölçekteki rakamın sıfır sayısı arttıkça ölçek küçülür ve gösterdiği alan büyür. Dünya’yı gösteren haritalar bir küre veya bir cep telefonu boyutu kadar küçülebilir. Örneğin, 1/1000 ölçeğinde 1cm, 1m mesafeyi gösterirken 1/30 000 000 ölçekli bir haritada 1cm, 30 000 m mesafeyi gösterir.

Çocuklarımıza ve gençlerimize harita okuma becerisi kazandırmalıyız. Hayatı doğru okumak için haritayı doğru okumak gerekir. Çocuklarımıza dünyaya kuş bakışı olarak bakmayı öğretmeliyiz ve hayalen yükselip dünyayı uzaydan seyretme becerisi kazandırmalıyız.

Bakış açımızı genişlettiğimiz takdirde olayları kavrayış kapasitemiz genişler. Dünyayı kuşatacak bir bakış açısı kazanamayanlar dünyadaki gelişmeleri de kavrayamaz. Dünya küreselleşme sayesinde küçük bir köye dönüştü. Liberal ekonomik politikalar ülkeler arasındaki sınırları kaldırdı. Küresel şirketler sınır tanımadan bütün dünyada faaliyet gösteriyor. Sosyal medya ve internet sayesinde sınır tanımayan bilgiler ve mesajlar her ülkeye kolayca ulaşıyor. Dünya küresel bir istila altında can çekişiyor.

İnsan himmeti ve gayreti kadar büyüktür. Nefsini düşünen insan nefsi kadar, dünya ölçeğinde düşünen insan ise dünya kadar büyüktür. Gençlerimize coğrafya şuuru ve tarih şuuru ve iman şuuru kazandırmalıyız.

Emperyalist devletler tarafından Osmanlı’nın yıkılmasıyla iki büyük hamle yapıldı. Bunlardan en önemlisi Hilafet müessesini kaldırma hamlesiydi. Böylece İslam âlemi ve Müslümanlar imamesi kopmuş bir tespih gibi başsız kaldı. İkinci hamle ise Osmanlı toprakları üzerinde kurulan kukla devletlerdi. Böylece cetvel ile masa başında çizilen sınırlar Müslümanların ilerlemesi için engel teşkil ederken istilacı hâkim güçlerin sömürüleri devam ediyordu.

Çocuklarımıza ve gençlerimize coğrafi keşiflerin bir sömürü aracı olarak kullanıldığını ve batının beyaz ırkın üstünlüğünü ispatlamak için beyaz olmayan insanları ötekileştirdiğini öğretmeliyiz. Antropolojiden sosyolojiye kadar sosyal bilimlerin ve fen bilimlerinin pozitivist, Darvinci bir anlayışla ötekileştirmenin aracı olduğunu fark ettirmeliyiz.

Medeniyetlerin çatışması ve beyaz ırkın üstünlüğü iddiasının misyoner bir haçlı zihniyetinin yansıması olduğunu yaşadığımız olaylar gösteriyor. Yeni Zelanda’da yaşanan elim katliamda verilen mesajlar bunun ispatıdır. Haçlı seferleri hiç bitmedi ve hiç bitmeyecek! İslam ümmeti ne zaman kendine gelecek?

Hadisat şanlı mazimizi tekrar hatırlatıyor. Hedefe konulan Türk milleti tarihi misyonunu ifa etmeye zorlanıyor. Akif’in ifadesiyle, “Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz: Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz!.. Üzengi öpmeye hasretti garbın elçileri! O ihtişamı elinden niçin bıraktın da, bugün yatıp duruyorsun ayaklar altında?..” Ayağa kalkmak ve insanlığı ayağa kaldırmak tarihi bir vecibemizdir. Büyük bir medeniyetin temsilcisi olan Türk milleti bu iddiasından vazgeçerse kendisini imha etmiş olur.

Müslümanlara karşı yapılan katliamlar dünyanın vicdanını mecburen harekete geçirecektir. Masum insanların katledilmesi insanlığın İslam’ı keşfetmesine vesile olacaktır. Bizlere düşen sorumluluk bundan sonra bütün insanlığın İslamiyet’le tanışması için çalışmaktır. İslam’ın getireceği huzura bütün insanlığın ihtiyacı var.  Allah nurunu tamamlayacaktır, kâfirler istemese de. Önemli olan doğru İslamiyet’i yaşayıp temsil vazifemizi hakkıyla yapmaktır.

Çanakkale ve Yeni Zelanda şehitleri gibi toprağa çekirdek gibi düşen her Müslüman yeni Müslümanları filiz verecektir. İslamiyet’in hakikatini yaşayışımızla gösterdiğimiz takdirde bir ölüp bin dirileceğiz.