Etrafıma bakınca mutlu mesut insanlar değil de daha ziyade dertli ve hatta buhranlı, stresli her daim bir şeylere yetişmeye çalışan ama yine de hep geciken ve bunun derdine düşen insanlar görüyorum ben. Ya da ben yanlış yere bakıyorum da gördüğüm herkes birbirine benziyor ya da gerçekten herkes böyle. Bilemiyorum. Ama kimsenin durmaya, düşünmeye hatta sadece dinlemeye bile vakti yok.

Aslında işin biraz da şöyle bir tarafı var. Bizim mahallenin insanları; mazbut ailelerin çocukları, kendince ve kendi halinde olanlar ve olabildiğince inanan, öyle yaşayanlar nedendir bilmem lakin daha fazla bir memnuniyetsizlik ve ne bileyim hoşnutsuzluk içinde. Kanaat etmiyor ya da edemiyor. Belki de daha fazlasını istiyor ve olmuyor diye de hayıflanıyor çok fazla. Karşı mahalledekilere bakınca ise daha farklı bir şey görüyorum ben. Evet doğru, bizim kadar geleneklerine bağlı değiller, manevi meselelerde de -bizce- noksanları çok fazla. Lakin tuhaf olanı şu ki bunların yanında yüzleri gülüyor.

Elbette bizler dünyaya yiyip için kam almaya gelmedik lakin bunca huzursuzluk da çok değil mi? Ya da şöyle eksik olan şey teslim olmak ya da tevekkül mü mesela? Ne gelirse O’ndan diyemediğimizden ve dünyanın rengine kandığımızdan mı? İddiamızla yaptığımız tam da örtüşmüyor gibi geliyor bana.

Şöyle bir kıssa anlatırlar;

Hazret-i Süleyman bir gün, deniz kenarında oturmuştu. Bir karıncanın geldiğini gördü. Ağzında bir yeşil yaprak tutardı. Deniz kenarına ulaştı. Sudan bir kurbağa çıktı. O yaprağı karıncadan alıp, denize döndü. Karınca geri döndü.

Karıncadan sordular ki,

- “Bunun hikmeti nedir?”

Karınca cevap verdi ki, 

-Bu deryanın ortasında, bir taş vardır. O taşın içinde bir böcek yaşamaktadır. Allah beni onun rızkına sebep etmiştir. Ben her gün o nesneyi, ona yetecek kadar rızkı getiririm. Deniz kenarına ulaştırırım. Bu kurbağa o rızkı benden alır, o böceğe verir” deyince Hz. Süleyman;

-“Deryanın ortasındaki bir taşın içinde yaşayan böceğin rızkını ona ulaştıran Allah hiç kulunu rızıksız bırakır mı?”

Belki de biz çoğa alıştığımızdan yetecek olanı az sanıyoruz. Yani ona buna boyun eğmeye, el bağlayıp diz kırmaya falan gerek yok. Allah kulunu unutmaz ve her nerede olsa verir, muhakkak verir.