Kim bir insanı kalbiyle duyar, hisleriyle görür, gözleriyle sever, sevgisiyle yaşatır, şefkatiyle ayağa kaldırır?

Kim bir insana merhametiyle hayat verir?

Kim bir insanı öfkesiyle uçurumun kenarından alır, kızgınlığıyla felaketlerden korur?

Kim bir insanı hiçbir karşılık beklemeden önce karnında, sonra sırtında, ömür boyunca kalbinde taşır?

Kim bir insanın başına gelecek tüm kötülüklerin kendisini bulması için dua eder?

Kim bir insanın çektiği acılardan daha fazlasını kendi yüreğinde hissedebilir?

Kim bir insanın sevincini kendi sevinçlerinden üstün tutabilir?

Kim bir insan için ölüme gözünü kırpmadan yürüyebilir?

Bunların hepsine verilebilecek tek cevap vardır: ANNE.

Ancak bu anne, sadece çocuk doğuran biyolojik anne değildir.

Bu anne, kadının en büyük süsünün annelik olduğunun bilincine varmış, şuuruna ermiş annelerdir.

Sadece bedeniyle değil, ruhuyla, benliğiyle anne olanlardır!..

Hani “Anne ile evladı arasında kopan tek bağ göbek bağıdır.” derler ya işte evladıyla bağını hiç koparmayan annelerdir bu anneler.

Peygamberimizin “Cennet annelerin ayağı atındadır.” dediği, öf bile dememizin yasaklandığı anneler, işte bu annelerdir.

Ancak toplumumuza, dünyanın gidişatına ve geldiği noktaya baktığımızda yolunda gitmeyen bazı şeyler var. Göstermelik, el gördülük yaşanıyor birçok şey.

Anne; annelik bilincinden ve şuurundan bîhaber; evlat, atasına evlatlık yapmaktan, onların kıymetini bilmekten uzak…

Kızlarımız koca kahrı, çocuk derdi çekmemek için; erkeklerimiz bir kadına koca olup evin sorumluluğunu almamak için evlenmekten anne ve baba olmaktan kaçınıyor.

Kadınlarımız; evlendiyse çocuk doğurup bakmak yerine, evde kedi köpek beslemeyi tercih ediyor; vücudu bozulacak diye çocuk doğurup emzirmekten imtina ediyor.

Sonra da “ayaklarının altına cennet serilmiş” analar gibi saygı, hürmet, taltif bekliyor.

Bebeğini doğurduğunun ilk aylarından itibaren, hatta daha kırkı çıkmadan bakıcı eline teslim etmiş; iş, kariyer peşinde koşarken çocuğu kreşlerde büyümüş, hiçbir zaman çocuğu ilk sırada gelmemiş ama evladının kendisine öf bile demeden kendisini sırtında taşımasını, evinin başköşesinde ağırlamasını, ömrü boyunca yanından ayırmadan kıymet vermesini bekliyor.

Kazık kadar adam(!) olmuş -adam lafın gelişi- ya da kadın olmuş, anasını babasını evine almaktan yüksünüyor, anası babası ya tek başına yaşam mücadelesi veriyor ya da onları huzur evine bırakmış. Bırakın normal zamanları bayramlarda bile arayıp sormuyor. Bayramlar dâhil tüm tatillerde, bulduğu her fırsatta tatil beldelerine, denize koşuyor. Mayısın ikinci pazarı gelince Anneler Günü duyarı kasıp süslü cümleler kuruyor, anne aşkıyla ölüyor. Sosyal medya ana baba sevgisiyle yıkılıyor.

Bir gün sonra ne anne ne evlat var ortalarda.

Anneliği kadının en büyük süsü gören, evlatları için saçını süpürge eden, kendinden çok evlatları ve ailesi için yaşayan, fıtratına röveşata çekmemiş annelerimiz ve anne adaylarımız başımızın tacıdır.

Hepsine sağlık, sıhhat, afiyet, hayırlı ve bereketli bir ömür diliyorum.

Anne ve babasının kıymetini bilip varlıklarına şükreden, saygıda ve hürmette kusur etmeyen tüm evlatlara da selam olsun!..