Göz altları mor, yüz solgun, enerji sıfır.
Ama 8 saat uyudun.
Yediklerine dikkat ettin, su içtin, cilt bakımını aksatmadın.
Peki neden hâlâ yorgun görünüyorsun?
Çünkü bazen sorun uykuda ya da beslenmede değil.
Bazen bedenin değil, ruhun yorgundur.
Ve ruhun yorgunluğu sessizce, ama inatla yüzüne yansır.
Bakışlara.
Ten rengine.
Omuz duruşuna.
Bir krem sürersin, bir kahve içersin, belki bir vitamin takviyesi alırsın.
Ama hâlâ bir eksiklik hissedersin.
Çünkü mesele bazen cilt değil; içinde dönüp duran düşüncelerdir.
Zihinsel yük, ruhsal karışıklık, kronik stres...
Bunlar tenimize bile iz bırakır.
Saçlarımızın matlığına, yüz kaslarımızın düşüklüğüne, gözlerimizin ifadesine sızar.
Bu yüzden “kişisel bakım” sadece dışarıdan sürülenlerle ilgili değildir.
İçeriye de bakmak gerekir.
Kendine sorduğun ama cevaplamadığın sorular, bastırdığın duygular, ertelediğin kararlar da birikir.
Ve vücut, bu birikimi taşımaya başladığında, aynaya yorgun bir yüz düşer.
Yorgunluğun asıl nedeni bazen bir karar verememektir.
Bazen “gitmek mi kalmak mı” arasında sıkışıp kalmaktır.
Bazen de herkesin ortasında “iyiymiş gibi” davranmaya çalışmaktır.
Ve bu çabanın yarattığı içsel gerilim, gece uykularıyla geçmez.
Çünkü uyku, bedeni dinlendirir.
Ama ruhun uyuyabilmesi için başka şeylere ihtiyaç vardır:
Anlaşılmaya, durmaya, susmaya, ağlamaya, kabullenmeye…
Aynaya baktığında gördüğün o yorgun yüz, sana bir şey anlatmaya çalışıyor olabilir.
“Sadece krem sürme, biraz da kendine yaklaş” diyor olabilir.
“Yüzümü değil, içimi onar” diye fısıldıyor olabilir.
Bu yazı, aynaya baktığında gördüğün kişiyi daha iyi anlaman için yazıldı.
Çünkü güzellik, sadece simetri ya da ışıltı değil; uyumdur.
İçinle dışının aynı yerde buluşmasıdır.
Ve belki de şu anda ihtiyacın olan şey; yeni bir serum, yeni bir kapatıcı değil...
Sadece bir nefeslik iç huzurdur.
Belki de bir sabah hiçbir şey yapmadan oturmak.
Bir müziğe kendini bırakmak.
Bir şeyi oluruna bırakmak.
Kendini olduğun hâlinle sevmeye çalışmak.
Çünkü bazen en iyi bakım aynaya değil, içine bakarak başlar.