İnsanlık tarihi bazı kısa süreli zamanlar hariç olmak üzere çatışmalar üzerine şekillenmiştir. İnsanoğlu her dönemde savaşacak bahaneler bulmuş, birbirini kırmak üzere yeminler etmiştir. Çatışmaların özü bazen din bazen toprak bazen de iktidar arayışı olmuştur.
Çatışmaların yoğun olduğu zamanlar bugün Orta Doğu olarak kabul edilen topraklarda yaşanmıştır. Ama Avrupa ve Amerika’da bu savaşlardan nasibini almıştır. Her dönem milyonlarca insan bu çatışmalarda ölmüş, Her savaşla birlikte İnsanlık tarihi kara bir sayfayı daha kara kaplı defterine eklemiştir.
Kabil’in Habil’i katletmesiyle yeryüzü zor bir sünnetin ilk ayağıyla karşı karşıya kalmıştır. O günden beri insanlık her dönem yeni vahşetler tanımış, savaşların ülkeler arasında olmadığı zamanlarda bile kavimler kendi aralarında bölük pörçük zamanlar yaşamışlardır. Savaşlar insanlığı yok etmiş, insanlık adeta küllerinden yeniden doğmuştur. Moğol İstilasından tutun Dünya savaşlarına kadar ki süreçte en az 500 milyon insan sadece savaşlar neticesinde ölmüştür. Ama insanlık bir şekilde yoluna devam etmiştir.
Savaşların rengi ve şekli değişiyor. Artık direkt çatışmalar yerine vekâlet savaşları, daha çok insansız teknoloji, uzaktan yok etme, biyolojik savaşlar, kimyasal savaşlara dönüyor dünya. Karşıdakini yok ederken kendinden olanın da ölmesini de savaş zayiatı sayıyor sözde insanlık. İnsanlık öldürürken aslında kendinden bir parçayı da öldürüyor böylece. Hiç gözünü kırpmıyor, hiç acımıyor, acı hissi dahi duymuyor. “Tüm savaşlar iç savaştır, çünkü tüm insanlar kardeştir”. Diyor François Fénelon. Bir iç savaş çünkü, Âdem ve Havva’dan türeyen insanlık Kabil’in Habil’i katletmesi gibi her gün yeniden, yeniden katlediyor kardeşlerini. Adına din diyor, toprak diyor, Hak diyor, hukuk diyor ama sonuçta hep öldürüyor. “Savaş; korku ve sefaletten başka bir şey veremez. Yakar, yıkar, öldürür, yok eder”. Diyor Nazım Hikmet, ne doğru söylemiş. Her savaşın ardından korkudan, ölümden, yokluktan başka ne kaldı ki insanlığa. Bundan sonra da kalmayacak. Ama insanoğlu yine de kendine kutsal saydığı her şey için savaşacakta savaşacak. Ölecek te öldürecek.
“İnsan savaş gibi inanmadığı bir şey için acı çekeceğine, barış gibi inandığı bir dava uğruna ölse daha iyi değil mi?”. Diyor Albert Einstein. Ve ezcümle savaşlar barışı her zaman baskılasa da umutlar yeşertecek güzellikler her daim insanlığı bekliyor olacaktır. Bir savaştan ziyade bir barışa ihtiyaç var. Herkesin kucaklaşacağı ve kardeşliğini hatırlayacağı onurlu bir barışa. Yurtta sulha Cihanda sulha ihtiyaç var. Hem de hemen, hem de şimdi.