Alıp başını “çok uzaklar” denilen yere gidesi gelir bazen insanın. Yeni ufuklara yelken açmak, hiç bilmediği coğrafyalarda, hiç tanımadığı insanlara dokunmak ister. O yerlerde güneşin daha farklı doğduğunu, gökyüzü mavisinin daha kuşatıcı, denizlerin daha engin, toprağın ve yeşilin çok daha sarmalayıcı olduğu hayalini kurar..

Bazen ne varsa sırtında insan, heybesinde ne biriktirmişse acıdan, sancıdan, hüzün ve yorgunluktan, ya da tüm sanrısal mutluluklardan bir hamlede devirip sıyrılmak ister. Yeniden başlayabilmek, bir fırsat daha yakalayabilmek, yanlış yaşanmışlıkların veya hiç yaşanamamışlığın üstünü bir kalemde çizip, hiç ansıtmayacak bir unutkanlığın girdabında varsaydığı biteviye mutluluklar diyarına firar etmek ister…

Nereye varacağı belirsiz yaşam mücadeleleri, rutin, sıkıcı ve huzursuzluk pınarı günlük ajandalar, canhıraş tepişmeler, kan kırmızı ölümler, sınırsız güç sevicilikleri, yoğun gerilimler, ömür törpüsü didişmeler ve bir damla huzura duyulan acil ihtiyaçlarla yuvarlanıp giden, adına da hayat denilen bir döngü…

Neden burada olduğu problemini çözememişliğinin üstüne çöreklendirdiği ağırlıklar altında bir yandan ezilirken, diğer yandan otobüse yetişmeye ve edindiği mobilyaların taksitlerini gününde ödemeye uğraşan insan, bazen tüm bu karmaşadan sıyrılmak ve  ”medeniyetin” her yanını kuşatmış devasa kollarından kurtulup, kendisini ilkelin pür temizliğine koyuvermek ister.

Bazen varoluşsal gerçekliği yeniden tanımlamak ister insan, ya da bunu yapamayacak derecede kopup, kontrolsüz aklın ruhunu sürüklediği başka mecralarda kurtuluşu aramaya yönelir.  Her dönüp geri geldiğinde ise bulduğu dünyanın, giderken bıraktığı aynı rezil dünya olduğunu görünce, hiçbir zaman aidiyyet hissedemediği bu boyuttan elinden geldiğince kaçmayı yeğler.

”Tanrım neden böyle ?” sorusuna bulamadığı cevaplar karşısında nihilistçe bir vazgeçmişlikle zamanlı tutsaklığına rıza göstermek zorunda kalan insan bir fırsatını kollamaktan asla vazgeçmez. Her ne kadar bu esaretin sınırlı olduğunu biliyor olsa da, kaçınılmaz finalden önce son bir çıkış yakalayıp, hayalindeki Cennet ülkeye yaşam gözüyle hicret etmek ister bazen insan.

Esasen tüm kavgası ait olmadığı bu yeryüzüyledir de, bazen farkına varamaz insan. Egemenin dayattığı, ruhlarını ve akıllarını tahakküm altına aldığı biçimiyle adaletsiz bir yaşamın dayanılmaz ağırlığı karşısında aslına rucu etmenin yollarını arar insan. Çözümsüzlük uzadıkça, kendini savurur ve mümkünse gerçekte ait olduğu yeri bulmaya çalışır durur insan.

Tüm bunlar aslında içinde yaratıldığımız ve sonra sürgün edildiğimiz Cennetin ruh genetiğimizde bıraktığı özlemle ilişkilidir ve bir an önce oraya geri dönmeye çalışır insan. Kavuşamadıkça da huzursuzlanır, endişelenir ve biçare yollara vurur kendini…

Ve bazen…  Biz buralarda oyalaşırken… Bir  Cennet bu kaygıları hiç duyamadan öldürülmüş tüm çocukların gözlerindeki kanı siler..

Esenlikler