‘’Siyaset kansız bir savaştır, savaş ise kanlı bir siyaset ‘’ der, Çin Halk Cumhuriyetinin kurucusu  Mao Zedung. En başından bu yana insanlık tarihine göz attığımızda karşımıza çıkan şeyin savaş ve çatışmalara ilişkin tutulmuş kayıtlar olduğunu görürüz. Tanıklık ettiğimiz zaman diliminde de durum geçmişte olanlardan hiç farklı değildir.  Çeşitli ortak aidiyetler etrafında kümelenen farklı toplulukların, ortaya çıkan sorunlar karşısında tarihin her döneminde başvurdukları başat  ve kanlı bir siyaset tercihi olarak savaş, varlığını muhtemelen kıyamete kadar da sürdürecektir. Bilim, teknoloji ve sanayi gibi alanlarda bugün erişilen seviyenin itici gücünü de her türlü fenalığına, içerdiği şiddetli yıkım ve oluk oluk kana rağmen yine savaşlar sağlamıştır. İnsan ve toplumların enerji, zeka ve yetenek kullanımlarını en üst seviyelere çıkarması gerektiği süreçlerdir savaş dönemleri ve bunu yeterince gerçekleştiremeyen halklar faturasını çok acı bedellerle ödemek zorunda kalırlar.

Son yıllarda ciddi anlamda  gelişim ve büyüme trendine giren Türkiye ‘nin sanayi alanında gösterdiği başarıların aksamadan devam edip , çok daha ileri seviyelere ulaşabilmesi için bilimsel çalışmalar ve teknolojik uygulamalarımızın birkaç fersah önde olması zorunluluktur. Yaşadığımız coğrafyanın tarihsel olarak sorunların çözümü konusunda- özellikle dış etkilerle- şiddet siyasetine kolaylıkla yönelebilir bir genetiğe sahip oluşu, kendilerini dünyanın hakimi zanneden ‘’kutsal beşli’’nin sahip oldukları  konvensiyonel ve nükleer silah gücünü ortaya çıkan problemlerin, kendi çıkarlarını zedelenmeden çözümü noktasında her daim bir tehdit unsuru olarak rahatlıkla kullanabilmeleri, millet olarak  sürekli olarak teyakkuzda bulunmamızı gerektiren bir durumdur. Ülkemizin gelişimine paralel olarak milli savunma sanayi alanında son yıllarda  erişilen seviye her ne kadar önceki dönemlerle kıyas götürmez ise de, henüz yolun çok başında olduğumuz da  bir hakikattir.

Bizler, Birinci Dünya Savaşında  kaybetmiş bir milletin ahfadıyız ve uzunca bir dönem bu gönüllü kabulün ezgin miskinliğiyle yaşamak zorunda bırakılmışız. Öyle ki, bu anlamsız  boyun eğiş bir  zamanlar devlet politikası haline getirilip, düşmanların şerrinden emin olabilmek adına kendi milli-dini varlığını inkar noktalarına kadar vardırılmış ve bizatihi düşmanın rengiyle boyanma  çabalarına dönüşmüştür.. Oysa ki bu milletin savaşı, kimi zaman yönetim erkini hukuksuzca ele geçirip teslimiyet politikaları güden zavallılara rağmen  hiç bitmemiştir ve geçmişte olduğu gibi bundan sonraki yüzyıllar boyu da asla bitmeyecektir. Bitti diyenler, mağlubiyeti hazmedip zavallı dünya hayatını tercih eden  ve tarihin karanlık dehlizlerinde kimliksiz- kişiliksiz bir halde yok olmayı göze almış korkaklardan başkaları değildirdirler…

Bizler, bu millet, bu devlet tam da henüz bitmemiş ve sonucu hala ortada, devam eden bir savaşın yok edilmeye çalışılan ana aktörü olduğumuz bilinciyle, tam bir seferberlik ruhu ve kesin olarak kazanacağımız inancıyla yürümeliyiz yolumuzu. Savaş halinin gerektirdiği enerji,ivme, fedakarlık, zeka ve yeteneği ortaya koymak için canla, başla çalışmalıyız.

15 Temmuz gecesi yeniden yakaladığımız ruh, bu savaşı kazanacağımıza olan inancımızı sımsıkı perçinlemiştir açıkçası . İş,  bu motivasyon ve şevkle çok daha fazla yorulacak şekilde çalışıp ter dökmeyi göze almaktadır artık.. En üst düzey mühendisliği, en ileri kimyacılığı, en iyi öğretmenliği, en mükemmel doktorluğu, en harika işçiliği, en muhteşem uçağı, en nitelikli gemiyi, en etkili silahı, en… en… en…. Her şeyi yapma vaktidir şimdi !..Tabi ki, kendi rengimiz ve kokumuzla süsleyerek… Hak ve adalet adına, insanlığın hayırlı yarınları için medeniyetimizin kuşatıcı damgasın  vurarak… Ama hemen, şimdi !..

Selam ve duayla….