Uzunca bir süredir lisan-ı münasip bir dil ile siyasetin toplum hayatına tezahürünü, İslam dünyasında cereyan eden olayları ve memleket meselelerini bu köşede âcizane dile getirmeye çalışıyorum. Kendim olmak için ortaya koyduğum üslubum ve anlatım şeklim, düşüncelerimin tam olarak kalbini oluşturmaktadır. “Yazdıklarımda meşrebimi, meşrebimde beni bulabilirsiniz’’ diyerek, gül kokulu cümleler ile duygudaşlık kurduğum ve kalplerine dokunmaya çalıştığım tüm okurlarımı, buradan bir kez daha saygı ve sevgi ile selamlıyorum. Buffon’un “Üslup insanın ta kendisidir.” sözünden mütevellit bugünkü yazımda ‘üslup’ konusuna değinmek istiyorum.

Her ne kadar değerlerimiz hızla değersizleşse de bir yazarın üslubu; inandığı değerlerin, yaşadığı çevrenin ve şahitlik ettiği yılların etkisinde kalır. Sözün muhtevası kadar, söyleniş üslûbu da önemlidir. Yazarken de konuşurken de asla ezberlere teslim olmamak gerekir. Dilin hangi kelimeyi seçtiği, onu nasıl kullandığı, hangi edep ve üslûbu gözeterek ifade ettiği son derece mühimdir. Sanat ve anlatım özelliklerine göre yazıda kişilik kazanmak öyle her babayiğidin harcı da değildir. Çünkü üslup, kişinin özünü ve hakikatini ele veren çok önemli bir şifredir. Kişinin iç dünyasını ve karakterini yansıtan adeta bir aynadır. İşte bu yüzden eskiler bu hususta “Üslûb-i beyân, ayniyle insan” derlerdi. Yani, ‘neyi, nasıl diyorsan sen de işte aynen öylesin!’ Nitekim Cenab-ı Allah yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de “Kalplerinde hastalık olanlar, Allah’ın, kinlerini ortaya çıkarmayacağını mı sandılar? Biz dileseydik, onları sana gösterirdik de, sen onları yüzlerinden tanırdın. And olsun, sen onları yine konuşma tarzlarından da tanırsın. Allah, yaptıklarınızı bilir.”  Buyurmuştur.

Kıymetli dostlar; insanlar sevgilerini ya da nefretlerini farklı tonlardaki kelimelerle bir şekilde dile getirmişlerdir. Lakin yazıyı yazı yapan ve okuru yazıya bağlayan, bilesiniz ki o yazının tadıdır. Ne söylediğinizden çok nasıl söylediğiniz daha önemlidir. Unutmayın! Kalbine giremediğiniz insanların ne yaparsanız yapın beyinlerine de giremezsiniz! Bir süre sonrada ikindi güneşinin hükmünü yitirmesi gibi, tarihin tozlu raflarında siz de unutulur gidersiniz.

Son dönemlerde medya ve siyasette, yaşanan olayları ya da olguları sadece kendi çıkarları ve öfkeleri temelinde değerlendirerek, içlerinde ne varsa perdesiz peçesiz kusanlara sıkça şahit oluyoruz. Oysa içinden çıktıkları toplumu kin ve kibirle karşısına alarak incitenler, kibir ve benliğin esiri olarak her iki dünyalarını da mahvederler. Güzel söz söylemeyi bile sadaka olarak gören bir dinin mensupları olarak kötü söz söylemek, zinhar bizlere yakışmaz. Küpün içinde ne varsa dışına da o sızarmış. Bir insanın kişiliği karakteri kullandığı dilden anlaşılır. Birini tanımak, bilmek isteyen önce onun kullandığı dile bakmalıdır. Unutmayın! “Gönül deniz, dil sahildir, gönülde ne varsa kıyıya da o vurur…”

Ez cümle demem o ki kıymetli dostlar, aile içerisinde verebilecek en temel eğitim her şeyden önce “Adab-ı Muaşeret’’ olmalıdır. Çünkü edebe müteşekkil üslup en güzel olandır. Hz. Ali’nin (ra) “Söz ağızdan çıkana kadar senin esirindir. Ağızdan çıktıktan sonra sen onun esiri olursun.” sözünü kendimize düstur edinip vara yoğa konuşmamalıyız. Güzel konuşmak önce susup dinlemeyi bilmekten geçer. “Biliyorsan konuş ibret alsınlar, bilmiyorsan sus adam sansınlar…”

Selametle…