Bir önceki yazımızla gündeme gelen sorulara cevap olacak sosyal bir deneyle konuya giriş yapacağım.

Fen Bilimlerinde deneysel metotlarla tezlerinizi ispat edebiliyorsunuz. Sosyal olaylara gelince bu o kadar kolay olmuyor. Ancak, iyi tasarlanmış “sosyal deneylerle” aynı ölçüde hadiseleri doğru yorumlayabiliyorsunuz.

 İnsanların zihinlerini güdükleştiren şubaşı sonu belirlenmiş müfredatçı ve sınavcı eğitim sistemi tüm olumsuzlukların kaynağı iken, yetkililer kadar, basın ve aydınlarımız neden olayın farkında olamıyor diye hep birlikte soruyoruz.

Sadece şunu söyleyelim ki, “zihinleri uyutan” bir eğitim yapınız varsa ne düşüneceğinizi ve gündeminizi hep başkaları belirleyecektir.

Deney şöyle gerçekleşir:

Bu sosyal deneyi yıllar önce Nokta dergisi düzenlemişti. Bir tiyatro sanatçısı olan Ezel Akay eline bir megafon alarak koyu renk elbiseler ve siyah pardösüler giyen ekibiyle birlikte önce güvercinleriyle ünlü Yeni Camii’nin arkasındaki parka giderler.

Parkta oturan, gezen, etrafı seyreden bir sürü insan vardı. Akay, elindeki megafonla kalabalığa doğru sert bir emir verir: “Herkes ayağa kalksın!” Emri duyan, Akay’ı ve ekibini gören istisnasız herkes derhal ayağa kalkar.

Sonra Eminönü İskelesi’ne geçerler. Akay, yine sert bir emirle: “Herkes yere çöksün!” diye bağırır. Gemiden inenler, bilet kuyruğunda bekleyenler, simitçiler, işportacılar, emri duyan herkes yere çöker. Sonra Mecidiyeköy’deki stadyumun önüne giderler.

Megafondan: “Herkes ellerini kaldırıp duvara yaslansın!” emri duyuldu. Stadyuma girmek için kuyrukta bekleyen futbol seyircileri, kokoreççiler, bayrakçılar derhal emre uyarlar.

Daha sonra da ekip bir fabrikanın önüne giderler. Mesai saati başlamak üzeredir. Fabrikanın girişine bir masa koyarlar ve masanın üzerinde düzmece bir evrak yerleştirerek işçilere emiri verirler: “Herkes içeriye girerken bu kâğıtlara parmak basacak!” Giren basar, giren basar. Kimsenin aklına “siz kimsiniz hemşehrim? Neden bu kâğıtlara parmak basıyoruz?” diye sormak gelmez.

Son olarak da, Beyoğlu’na gelirler. İstiklal Caddesi’nde gezinen, vitrinleri seyreden kalabalığa yine sert bir emir verilir: “Herkes sıraya girsin, arama var!” Emri duyan herkes sessizce sıraya girer.

Ancak caddede dolaşan bir çift bu emre uymaz. Ekiptekilerden biri onlara doğru bağırır: “Hey siz ikiniz! Emri duymadınız mı?” Kendilerine seslenildiğini anlayan ve herkesin sıraya girdiğini gören adam cevap verir: “Who are you? What is happening here?”

Sıraya girenler içerisindeki kravatlı takım elbiseli bir bey ekibe yardımcı olmanın verdiği gurur ve heyecanla lafa karışır: “Adam turist, İngilizce konuşuyor.” Ekip elemanı gülmemek için kendisini zor tutar: “Ne diyor peki?” “Siz kimsiniz, burada neler oluyor?” Ve o iki turistin haricinde hiç kimse neler olup bittiğini, kendilerine böyle gün ortasında emirler yağdırıp sıraya sokanların kim olduğunu sormaz ya da soramaz.

Deney tamam olur böylece. Deneyin sonuçları şüphesiz değişik açılardan yorumlanabilir. Ben, eğitimin zihinleri “köleleştirici” etkisi üzerinde durmak istiyorum.

Eğitim adına yüklenen bilgiler sınav denen aktivitelerle öğretmen tarafından geri istenir. Bu uygulama ve tavırlar, öğrencinin “ne söyleniyorsa onu yap, icat çıkarma..! sorma düşünme itaat et gibi bir anlayışları benimsemeye götürür. Eğitimi boyunca sürekli bilgiyle yüklenen, nesne konumunda kalan öğrencinin bilgiyi üreten ve kullanan özne konumuna çıkmasına izin verilmez.

Sonuçta sürekli ikinci el bilgiye mahkum edilen, kendisinden orijinal ve yeni hiç bir şey istenilmeyen eğitim sürecinden çıkan bireyin, hayata atıldığında orijinal ve yeni bir şey üretme şansı kalmamaktadır. Böyle yetişenler, kişiliğini, benliğini diplomalara, sertifikalara gömecek ve buradan aldığı güçle ayakta kalmaya çalışacaktır.

**************

Böyle yetişen insanlar kendi işini kuramayacak, kendi projelerini hayata geçiremeyecektir. Geleceğini hep devlet kapısında ya da başkalarına dayanmakta görecektir. Dahası, okullar, zihnimizi köleleştiren statükonun korunması maksadıyla kurulmuş yapılar halini alacaktır. Başı sonu belirlenmiş müfredatlarla insan zihni güdükleştiriliyor. Müfredat hem insanı uyuşturuyor hem de insanın hayatında gerekli olan bilgileri sunamıyor

***

Eğitim adına yapılan şudur aslında: Bir takım gerçekler ve “şey”lerin adı öğretiliyor. Sonra da kendi geliştirdiğimiz testlerle, yüklenilen bilginin ne kadarını aldıkları değerlendirilip ölçülüyor.

Bu yetiştirilme tarzını tahlil ettiğimizde eğitim metodu olarak “şartlı refleks stratejisi” ağırlık kazanır.

Öğrenci bazen zorlanarak bazen motive edilerek öğrenmek istenilenleri ezberlemeye yönlendirilir. Tekerlemeler yoluyla hatırlayarak öğrenme, anahtar sözcüklerin hafızaya kazınması yolu ile onların çağrışımlarıyla bütünün hatırlanması, benzerlerin öğrenilmesi yoluyla bütünün algılanması gibi esasında öğrenme olmayan öğretme türlerinin hepsi, beynin “şartlandırmaya” açıklığından yararlanır ve zihni fonksiyonlar ve “anlama” bu süreçte hep geri planda kalır. Bu tür eğitimle adeta düşünmeden ve zahiri bir kaç emareye göre reaksiyon gösterme melekesi kazandırılır.

Sözün özeti, “onu öyle değil böyle yap!” ifadeleri ile özetleyeceğimiz “müfredatçı yaklaşım”, insanları çözüm üretemeyen, başkalarının kurtarıcılığına muhtaç hale getirmenin en kestirme yolu olmaktadır ve eğitimi, adıyla özdeş hale getirip bir eğip bükme, istenen şekile sokmaktan ibaret bir işleme dönüştürmektedir. Bu yüzden eğitim kurumları dediğimiz müesseseler, aynı tip üründen milyonlarca üretmek gayesiyle kurulmuş bir fabrika halini almaktadır

Aklını cemaat liderine teslim etmiş generallerin çılgınca darbe yapabileceğini gördük.

 Bu süreç, eğitimi “sorma, düşünme, itaat et” diyen bir yapıya dönüştürür. İnsanlar alınan eğitimle kendileri olamayınca ve kendi aklının sahibi olamayınca beyin yıkama şeklinde süre giden öğretilerle devam eden sorgulamasız bir yapı içinde sürekli itaat süreci insanları bir tür mankurtlaştırmaktadır. Böyle bir kitle zamanı geldiğinde ülke aleyhine toptan kullanılabilirdi. Kullanıldı. Kendi halkına silah doğrultabilirdi. Nitekim doğrulttu.

Malum “küresel çeteler” için eğitimin bu yapılanması bulunmaz bir fırsat teşkil edecektir. Sosyal gurupların ve cemaatlerin birer örgüt haline getirilmesi üst akıl için işten değildir. Bu guruplar zamanla küresel savaşın maşası halini alabilir ve Haçlı-Siyonist cephenin gönüllü askerleri gibi çalıştırılabilir.

Müfredatların ve okulların tezgâhında ezilmeyen ve kimliği yok edilmeyen çocukların yetişeceği günlerin özlemi içindeyiz.

Çok açık ve belli ki bu gerçek hayattan yalıtılmış-uzaklaştırılmış dersler şeklinde süren eğitim nitelik seviyesi çok düşük insan profili üretmektedir Sorunlar karşısında acz içinde kalmamızın sebebi budur.

Çoğu insanımızın üretim ve imalat yerine acenta işlerle uğraşması, başımız sıkıştığında “ithal” çözümlere başvurmamız, milli ve yerli metotları hayata geçiremeyişimizin ana nedeni budur.

Nasıl bir ortam ve hava oluşturmalıyız ki öğrenci bilgiyi kullanabilsin, fikir hayal ve tasarımlarını uygulamaya yansıtabilsin.

Okulları gerçek hayatta lazım becerileri kazanma ortamı haline getirebilmenin yolu nedir?

Nasıl bir eğitim hayata geçirelim ki öğrenci fikirleri değerlendirme, süzme ve sorgulama, takım kurma ve sinerji oluşturma, birlikte çalışma, paylaşma ve dayanışma, çalışmalarını takdim etme becerileri kazansın?

Okullarda hangi değişim ve dönüşümleri yapalım ki öğrenci fikirlerini serbestçe ifade edilebilsin ve onda sağlıklı tartışma ve muhakeme kültürü gelişsin?

Sürekli tüketen olmak yerine tabiatı ve dünyayı koruyan, bilgiyi metalaştırmayan bir anlayışa dikkat çekiyoruz. İnsanın özüne dokunan ve özü ortaya çıkaran marifete ve hakikata dayalı sistem diyoruz. Ürünlerden, renklerden ve reklamlardan daha çok insanları seven, farkılıkları törpülenmemiş, başta Yaratana ve kendine olmak üzere çevresindeki her şeye saygılı fertlerin yetişeceği okulları düşlüyoruz.

Eğer insana ve onu hayvanlardan farklı yaratan Allaha saygı duyuyorsak Onun bize bahşettiği en değerli özelliklerimizi, merakı ve öğrenme gücünü harekete geçirecek bir eğitim modeli ortaya koymalı, sorgulamayı, düşünmeyi eğitimin bir numaralı hedefi haline getirmeliyiz. Öncelikle yapılması gereken meraka dayalı kuşku ve araştırmaya dayanan eğitim, öğrencinin kendi öğrenme profiline, kendi ihtiyaçlarını kendisinin keşfetmesine fırsat veren bir ortamda sunmanın yollarını bulmaktır.