İki yanında yıkılmış binalarla bir deprem sonrası görüntüsü veren , artık bir caddeden başka her şeye benzeyen yol üzerinde dizilmiş yeşil otobüs ve ambulanslar az sonra başlayacak son yılların en ağır dramında alacakları rol için bekliyor.

Vatanında insanca yaşamaktan başka derdi olmayan bir halk “Ya kal öl ya da terk et öl” ikileminin çaresizliğiyle otobüslere doğru yürüyor. Görüntüler 20. yüzyıl başlarındaki Balkan göçünü andırıyor.

Ellerindeki plastik poşetlerde, yanlarına alabildikleri en acil eşyalarıyla iki adımda bir geriye dönüp bakan babasız aileler… Battaniyeye sarılmış yaralılar… Aç bebekler…

Aylardır üzerlerine yağan bombaların bedenlerine sinen kokusuyla gidiyorlar.

Bırakırsa bebeği bombardımanda ölür zanneden bir kız çocuğu sıkı sıkı sarılmış oyuncak bebeğine.

On yaşında var yok bir oğlan “Büyüyüp tekrar geleceğim Halep’i özgürlüğüne kavuşturmak için” diyor.

Genç bir çift  “Döneceğiz geri unutma bizi” yazıyor evinin duvarına, altına da tarih atıyor. Bir başkasının yükü ellerinde, kedisine omuzu kalıyor…

Bir şehir yok ediliyor. Bir tarih, bir hafıza, bir medeniyet… Katrana bulanıyor süt veren şehir Halep…

Şehir, insanlar ve binalardan ibaret değildir oysa. Kedilerin, köpeklerin, anıların, ağaçların, kuyuların, kuşların, sevdaların hafızalara nakşettiği anlam bütünüdür. Binalar yıkılır , insanlar tahliye edilebilir de nasıl taşınır mahallenin kokusu, kuşların cıvıltısı, iftar vakti telaşı, yağmur, gökkuşağı, çocukların hayalleri, binlerce yıllık mutluluk?..

Şebbihalar, enkazların arasında aç bîlaç dolaşan kedilere sorar mezhebini artık…

Yıkmak tek fiildir lügatinizde

Kara kış bildiğiniz tek mevsim

Şimdi siz

Haritadan siliyorsunuz ya güya bir şehri

Nasıl sileceksiniz sokaklarını

Güneşin ve kedilerin ezberinden?..

Yıkılabilir belki şehir baştanbaşa

Bir sokak daima unutulur

Bir sokak

Bir fidan yani

Bilemezsiniz baharı bağrımızda gezdiririz biz

Yaramız baharımızdır

Çocuk kanıyla suladığımız fidan büyür

Halep olur yeniden…