İslam dünyası genelinde hükümetlerin dinî kurumları siyasi rejimi savunma arayüzü gibi kullanma hususundaki ısrarı, genç nesillerin gözünde ulemanın itibarının sarsılması sonucu doğurmuştur. Kendilerine has hırsları olan gençler, kendilerine özel bir ilişki tarzına ihtiyaç duyarlar. Nitekim tarih boyunca özellikle çekirdek ve büyük ailelerinde yaşadıklarını hep tenkit etmiş olan bu genç nesiller, günümüzde de devlette ve devlet dışındaki genel durum hakkındaki tenkit ve şikâyetlerini dile getirmeye devam etmektedirler.

İslam dünyasının büyük kesiminde devletlerimiz gençlerin ilgisini çekebilecek kurumlar oluşturmakta başarısız olmuştur. Özellikle alternatiflerin ziyadesiyle çeşitlendiği günümüzde genç nesillerimizi babalarımızın yöntemlerine mahkûm edemeyiz. Hele de dünyanın adım adım ‘açık perde’ modeline geçerek gizli saklı hiçbir şeyin kalmadığı günümüzde…

İşte böylesi bir girdabın orta yerindeyiz. Gençlere destek olması gereken resmî kurumların ortadan kaybolduğu dönemlerde gayrı resmî kuruluşlar pıtrak gibi türer. Bunlar doğal olarak gençlerin aklını çeler. Onların gözünde gerçekte olmayan sanal bir dünya oluştururlar. Cihatçı kuruluşlar dünyası işte böyle kuruluyor. (Aynen ‘kayıp imam’ gibi) ‘kayıp devlet’ düşüncesini geliştirerek bu hayali devleti gerçeğe dönüştürmeye yeltenenler, giriştikleri işin ne kadar tehlikeli olduğunun farkında bile değiller!

Devlet adına konuşan dinî kurumlara paralel olarak çeşitli gayrı resmî kuruluşlar ortaya çıkmıştır. Bu kuruluşları din adamları, şeyhler ve hocalar yönetmektedir. Etkin bir medya gücüne kavuşmak için bu kuruluşların her biri yeni medya araçlarına yönelmişlerdir. Böylece, dolaylı olarak düşünce dünyasının sosyal etki alanına girmiş oldular.

İşte tam burada krizin özüne inmiş oluyoruz. Aşırılıkçı hareketler dünyasında karşımıza çeşit çeşit gruplar çıkmasının sebebi işte bu hayali düşüncelerin yayılmasıdır. Siyasi nedenlerin problemin özünü oluşturduğuna ilişkin ortalıkta dönen tartışmaları ben çok cılız görüyorum. Zira bu ümmet yüzlerce yıllık tarihi boyunca çeşitli dönemlerde siyasi krizlerle karşı karşıya kalmıştır. Ama bunların hiçbirinde asıl olan siyasi neden olmamıştır. Siyaset sadece düşüncenin yayılmasına yardımcı olmuştur.

Problemin temeli, düşünce dünyasını yanlış anlamamızdır. Bu sadece bizde değil diğer tüm toplumlarda da böyledir. Esasında ‘şahinler dünyası’ ve ‘güvercinler dünyası” diyebileceğimiz iki olgu söz konusudur. Hâkim siyasi güçlerin doğasına ilişkin bu siyasi çözümleme doğal olarak risaletin başlangıcından beri biz Müslüman toplumlarda için de geçerlidir. Haklı olarak bu iddiamıza tarihten delil getirmemiz istenecektir. Sahih-i Buhari’de aktarılan “üç adam” olayında bu meseleyi görebiliyoruz. Bunlardan birisi hiç evlenmemeye, ikincisi sürekli oruç tutmaya, üçüncüsü de sabahlara kadar namaz kılmaya ahdetmişti. Bu haber Rasulullah’ı (sas) öfkelendirmiş ve (kendilerini dünyadan soyutlamaya niyetlenen bu sahabilerin yanına gelerek onların şahsında doğru olan davranışı öğreten) şu meşhur açıklamayı yapmıştı:

“Allah’a yemin olsun ki, aranızda Allah’a karşı en ziyade huşu ve takva (saygı ve sorumluluk bilinci) sahibi olan benim. Ancak ben oruç tutarım ama iftar da ederim (kesintisiz her gün oruç tutmam), gecenin bir kısmında namaz kılıyorum ama bir kısmında da uyuyorum, kadınlarla da evleniyorum. Benim sünnetimden yüz çeviren benden değildir!” (Buhari, Nikâh 1).

Bugün ihtiyaç duyduğumuz şey düşünceler dünyasını anlamaktır ve devletlerin kendilerine ilgi gösterip rüyalarını gerçekleştirmelerinde yardımcı olmakta başarısız olduklarını gören gençlerin elinden tutmaktır. DAEŞ/IŞİD bitince aşırılıkçı hareketler bitmiş olmayacaktır. Yeniden “İslam devleti” kurmaya çağıran propagandistlerden beklenen, yersiz ve zamansız bir düşünce kurguladıklarını kavramalarıdır. Kendilerinden şu sorulara cevap vermelerini istiyorum:

Arzulanan İslam devleti nedir? Medine İslam Devleti’nin aynısını kurmayı mı hedefliyorsunuz?

Peki, orta çağda Medine-i Münevvere’de kurulan İslam devletinin bir “medeniyet devleti” ya da daha uygun bir tanımlamayla bir “mutabakat devleti” olduğunu söylersek cevabınız ne olur?… Medine İslam Devleti, DAEŞ propagandacılarının hayal ettiği gibi bir İslam devleti değildi!…

Müsaadenizle bu meseleyi gelecek haftaki yazımızda ele alalım… (Devam edecek…)

Çeviri: Fethi Güngör