Cüzzamlı zihinleri, leş kokulu ahlâkları örten parlak ve gösterişli bir elbise. Kardeşine sığınmış bir Suriyeli’yi aç ve sefil bırakacak bir ‘’aydınlık’’ feneri. Ezana küfretmeyi maharet sayıcı bir özgürlük nişanı.  Ağaç bahanesiyle faiz lobilerini azdırıcı tohumlar saçan bir çevreci atılım. Hakikate diklenen hümanist kibrin, zerre gocunmadan terörizme secde ettiği bir zelil anlayış. Hain tankların altında paramparça olan şehit bedenlerini yok sayan bir haysiyetsizlik tavrı. Türk milletinin birliğine göz koymuş postal seslerini alkışlayan bir iffetsizlik. Eşcinsel haklarını savunurken cengâver kesilen bir hamaset, bayrağına kast edildiği zaman ise erzak depolamak için benzinci kuyruklarında birbirini ezen bir korkaklık. Türkiye’nin hayrına olan ne varsa düşman kesilen, diğer yandan Batı’nın Türkiye’ye dair sömürge planlarını ilaç belleyen hastalıklı bir şuur…

Türkiye’de demokrasi, demokrasinin algılanış biçimi budur.

Nefes alıp verirken dilinden demokrasiyi ve M. Kemal’i düşürmeyenlerde, demokrasi kavramının işeyişine yönelik temel pratikler bu şekilde şekillenmiştir.

Tüm çıplaklığıyla bütün zilletleri görünmez kılan Batı demokrasisi, Batı’da nasıl işliyorsa, Türkiye’de de kendi iç dinamiklerine göre öyle işlemektedir.

Demokrasi mefhumu güçlü bir silah: İhaneti meşrulaştıran, haine her türlü propaganda alanını açan, ekonomiyi yönlendiren, kaosu dikte eden ve olaylara karşı millî reaksiyonları silikleştiren bir araç. Vesayetçi oligarşinin kendi menfaatlerine göre eğip büktüğü, duruma göre kalkanlaştırıp duruma göre eriterek milletin üzerine akıttığı bir kızgın demir.

Demokrasi, eski bir Frenk ağzından; “ayak takımının despotizmi…”

Türk devleti 150 yıldır bu ayak takımının ara ara zirveye çıkan rezilliklerine maruz kalıyor. Uluslararası müstemlekeci organizasyonlarından emdiği küflü besini, Türk milletine yutturmak ve zorla hazmettirmek için bin bir yalan kusan bir despot takımı… Makyavelist bir tetikçiliğin pişkin işçileri…

Bugünlerde de, demokrasiyi kendi donundan çıkmış bilenlerin iştirak edip onayladığı, beynelmilel bir organizasyon tarafından yürütülen büyük bir skandal yaşıyoruz. 31 Mart’tan bu yana envai çeşit usulsüzlüğe, hileye, ahlaksızlığa şahit olduğumuz bir demokrasi süreci… Demokrasiye tapanların kendi putlarını yediği modern cahiliye devrinden bir kesit…

Yalnız demokrasiye dair girdili çıktılı söylenecek söz çok.

Fakat tüm bunların yanında, Türkiye için süregelmiş en büyük tehlikelerden biri de hayalet jüristokrasi. Ve dolayısıyla da bürokrasi. Geçmişin yanında güncel seçim sürecini de gözlemlediğimizde bunu net olarak görüyoruz. Türk yargı ve kanun mekanizmasının içerisine sızmış terörist yahut vesayetçi klikler bütünüyle temizlenemedi. Muhaliflik oynayanların “Erdoğan’ın oyuncağı’’ addettiği bürokratik müesseselerle Erdoğan büyük mücadele veriyor aslında. İdeolojik bağnazlık bunu idrake müsaade vermese de durum böyle. Demokrasi pelerinini kuşanmış jüristokrasi hayaleti, gücünün yettiği her yere nüfuz ediyor; Türkiye’den külliyen silinebilmiş bir tecavüz aracı değil.

Soru şu:

Bakalım devletin ve halkın refahını sömürerek karnını doyuran, görünmezlik iksirini global güçlerden temin eden bu hayalet; milletin iradesine daha ne kadar tecavüz edecek?