Depremler bitmek bilmiyor. Hiç bitmeyecek bir kâbus gibi çöktü üzerimize. 6 Şubat’ta Kahramanmaraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçelerinde meydana gelen 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki çifte depremden sonra, bir de 20 Şubat günü Hatay’da 6,4 ve 5,8 büyüklüğünde iki deprem daha yaşandı. Son rakamlara göre can kaybı 43 bin 556’ya ulaştı. “Asrın felaketinin” maddi boyutunu ölçmek için ise henüz çok erken. Toz ve dumana dönen şehirler kadar kültürel mirasımız, gastronomi başkentlerimiz de viran oldu.

Yaşadığımız üzüntüyü ve şoku kelimelerle anlatmak imkânsız. Ancak belki de hayatımızın hiçbir döneminde, acı çektiğimiz bu günlerdeki kadar yaşantımız, inancımız, vatanımız ve dünya hakkında varoluşsal sorular sormadık kendimize.

Her şeyden önce hepimiz bir konuda mutabıkız: Hayatımız gerçekten de pamuk ipliğine bağlı. Bugün varız, yarın yokuz. Ölüm, ünlü, ünsüz, zengin veya fakir ayrımı yapmıyor. Arkamızda bıraktığımız iyi ya da kötü izler kadar varız. Depremle birlikte belki de hepimiz kendimize şu soruyu sorduk: Yarın ölecek olsam arkamda ne iz bırakmış olacağım? O yüzden bol bol iyilik yapalım.

İyilik demişken, deprem bize bir kez daha ne kadar güzel bir milletimiz olduğunu gösterdi. Bütün siyasi kavga ve çekişmelere rağmen, yediden yetmişe bütün millet yardım için deprem bölgelerine akın etti. Herkes elinden geldiğince maddi, manevi yaraları sarmak için seferber oldu. Yardım kampanyaları ve gönüllü faaliyetler ile Türk milletinin dayanışması, birbirine gösterdiği şefkat ve iyilik, yabancı basının da manşetlerini süsledi.

Hayatımızı sorguladığımız kadar inancımız ile de sınandık. Hangimiz 296 saat sonra bile enkazdan canlı kurtarılanlar olduğunda “Allah’ım çok şükür, Sen ne büyüksün” demedik ki? Tabii bizim enkazdan üzerine toz bile konmadan çıkarılan bebekleri gördükçe Allah’ın mucizeleri karşısında ettiğimiz şükür duaları, ülkemizdeki bir diğer kesimin “Allahu Ekber” rahatsızlığı ile bir o kadar tezattı. Bu gözler, “devlet ve Allah kelimelerini aynı cümlede görmek istemiyorum” diyen bir Farah Zeynep Abdullah bile gördü.

Hayatımız ve inancımız kadar, bizi bir başka düşündüren de devletimizin bekası oldu. Deprem sonrasında şahit olduğumuz iyilik kadar kötülükle de yüzleştik. Arama kurtarma ekipleri zamanla yarıştıkları sıralarda, Ekşi Sözlük, benzeri platform ve haber siteleri, örgütlü bir şekilde provokasyon faaliyetlerine devam ettiler. Hiçbir adil kontrol mekanizmasının olmadığı, yazarların ideolojilerine göre seçildiği, iktidar destekçisi yazar ve içeriklerin sansürlendiği Ekşi Sözlük zaten uzun zamandır büyük çoğunluk tarafından örgütlü propaganda ve provokasyon merkezi olmakla suçlanıyordu. Deprem sırasında da türlü yalan haberle Ekşi Sözlük, devlet karşıtı operasyonlarına tam hız devam etti. Ta ki Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) salı akşamı Ekşi Sözlük’e erişim engeli getirene kadar. Böylece devlet bir kez daha devletliğini göstermiş oldu.

Hayat kısa. Allah büyük. Ve devlet her zaman 18 yaşında. Ancak yaşadığımız bu büyük felaketler bizi aynı zamanda “Ya bütün bu olağandışı afetlerin başka bir kaynağı varsa?” sorusunu sormaya da sevk ediyor. Devlet Bahçeli, bugün depremler hakkında, “bu büyük felaket, mucizelerle anlam kılınmış, içinde sır olan bir olay gibi geliyor bana” şeklinde çok konuşulan bir açıklama yaptı. Bu açıklamayı Türkiye Uzay Ajansı Başkanı Serdar Hüseyin Yıldırım'ın geçmişte yaptığı bir konuşmayla birleştirince ortaya farklı bir sonuç çıkabiliyor. Yıldırım o konuşmasında, “Titanyum alaşımlı 10 metre çubukları uzaydan dünyaya istediği hedefe gönderebilen savaşçı uydular var! Bu çubuklar yerin 5 kilometre derinliğine nüfuz ederek 7-8 şiddetinde deprem yaratıyor. Bunları tespit etmek de mümkün değil” demişti. Tabii ki aklımızı karıştıran sadece bu açıklama ve konuşma da değil. Tam depremler öncesinde dokuz büyük ülkenin konsolosluklarını kapatması ve Türkiye'ye seyahat uyarıları, depremlerin Washington Post'un bile “bu sene dünyanın en önemli seçimleri” olarak nitelediği seçimlerden önceye denk gelmesi, depremden önce İstanbul Boğazı'nda demirleyen ABD savaş gemisi gibi türlü nedenler de ortaya akıl karıştıran bir tablo çıkarıyor.

Eski ABD Başkanı Donald Trump, Washington'da “savaş yanlısı” bir düzen olduğunu öne sürerek, “3. Dünya Savaşı hiç bu kadar yakın olmamıştı” dedi. Ya bu savaş, pandemi ve sonrasında başımıza gelen bu felaketlerle çoktan başladıysa? Ya savaş teknikleri artık sandığımızdan çok daha farklıysa? Nedenini ve nasılını belki de hiçbir zaman öğrenemeyeceğimiz bu olaylar karşısında bizi hâlâ dimdik ayakta tutan; Allah’a inancımız, milletimize sevgimiz ve devletimize güvenimiz. Deprem de bize bir kez daha imanlı, inançlı ve sabırlı olmayı öğretti.