“İlk yazdıklarım nelerdi acaba?” diye düşünüyorum şu aralar. Aslında tam olarak düşündüğüm bu değil. Daha doğrusu bir başka şey düşünürken ve bir tabirle karşılaşınca ilk yazdıklarımı hatırladım. Bu hatırlayışın sebebi ansızın birinden duyduğum bir tabir, bir deyiş; deveyi yardan uçuran bir tutam ottur.

Evvela hatırlattığı anıyı aktarayım da sonra söylemek istediğimi söyleyeceğim. Sanırım lise yıllarında kompozisyon dersinde -evet o zamanlar böyle bir ders vardı. Sonra ismi dil ve anlatım dersi olmuştu. Ve bence çok faydalı bir dersti ve keşke yeniden olsa. Zira bu derste öğrenciler bir konu ya da bir cümle üzerine birkaç sayfa yazı yazar ve en azından cümle kurabilmeyi, düşündüğünü anlatabilmeyi, anlattığını savunabilmeyi öğrenirdi ve bence çok önemli bir dersti- hocamız bir cümle yazmıştı tahtaya. Evet az evvel söylediğim cümleydi bu; deveyi yardan uçuran bir tutam ottur. O zaman ve o saf halimle yar kelimesini yâr kelimesi ile karıştırıp ya da belki o yaşlarda bir gencin ilk çağrışımı olabileceğinden. Deveyi sevdiğinden ayıran şeyin bir tutam ot yani dünyalık her neyse işte o olacağını düşündüğümden ve cümleyi de böyle anladığımdan bu minvalde bir yazı yazmıştım. Çok sonraları anladım yar kelimesinin uçurum demek olduğunu ve onu anlamam da bu tabirin hakikatini anlamama yetmemişti o zamanlar. Yani kelimeyi anladım da ne denmek istediğini ve hakikatte verilen dersi çok sonra kavradım.

Neyse geçelim…

İnsan dünyaya ve dünyalık ne varsa ona ne kadar meftun olursa ve ne kadar çok kovalarsa onu gözü o kadar kör oluyor. Bir yerde doymak denen hali bile fark etmiyor. Hani derler ya “karnı doysa gözü doymuyor” diye, işte tam öyle bir hal. En nihayetinde de peşinden koştuğu bu dünya onu âbâd etmeye de yetmiyor ve hatta berbat ediyor. Aslında yârdan da ediyor. Dünyalık peşinde etrafındaki insanları, sevdiklerini, bildiklerini hepsini unutuyor hatta terk ediyor. Araya dünyalık girince muhabbet de kalmıyor yani.

Hani kıssalarda anlatıldığı gibi bir hal. Hatırlatayım o kıssayı:

Dervişin biri talebeleriyle dergâhına giderken yol kenarında birkaç yavru köpeğin birbirleriyle oynadıklarını görür. Bu hal talebelerden birinin çok ilgilisini çeker. Bir zaman dikkatle izledikten sonra yanında yürüyen bir diğer arkadaşına döner ve der ki;

– “Şu küçücük hayvanlara bak! Nasıl da anlaşıyorlar, dalaşmadan didişmeden… Keşke insanlar da bunca kavgaya, bunca hasede tutuşmasa da şunlardan ibret alsa.”

Tam sözünün devamını getirecektir ki uzaktan onun söylediklerini işiten derviş girer araya;

– “Ey molla” der “Sen bakma onların öyle kardeş gibi durduklarına. Aralarına bir kemik atıver de o zaman gör kardeşliği…”

Bir kelime, tek bir kelime hatta yanlış anlaşılan bir kelime insanın hatırına neler getiriyor değil mi?