Bazen insanları anlamak da onlara bir şeyler anlatmak da zor iş. Bunu yapan, yapabilenler yok değil elbette ve ben bunu başarabilenlerin her birine saygı duyuyorum. Zira anlamak büyük meziyet ve anlaşılmak çok büyük nasip. İkisinden birini başarabilenler de bence bu dünyada bahtiyar olanlar.

Cemil Meriç “Asıl yalnızlık anlaşılamamaktır.” diyor. Muazzam ve hakikatli bir cümle. İnsan düşününce içi “cız” ediyor, ürperiyor birden. Zira kendi yalnızlıkları ve kendi anlaşılmazlıkları geliyor aklına. Yani üstat yine doğru söylüyor. Ama ben olsam hançeri biraz daha bastırıp ve o yaranın kabuğunu da yerinden söküp daha da can yaksın diye “Anlaşılmayandan daha yalnız kimse yoktur bu dünyada” gibi bir cümle kurardım. Haddimi aşardım doğru ama o da mazur görülsün isterdim.

Son zamanlarda tam da bu mesele düştü zihnime. “Anlamak ve anlaşılmak” ya da “anlamamak ve anlaşılamamak” hangisini derseniz işte. Kanaatimce zihnini biraz da olsa fikirle yoranların en büyük açmazlarından biri bu meseledir. Zira anlamak için bir ömür tüketip kalan az bir kısmında da anlatmaya çalışır böyleleri. Uzunca bir zaman “Anlayabildim mi?” diye bir soru kemirir zihinlerini. Anladığına kanaat getirdiğinde de anlatmaya başlar ama bu kez de bir kuyudan bir başka kuyuya düşüverir. Bu kuyunun içinde de kendine tek bir soru sorar da durur; “Anlaşılabiliyor muyum?”

Bu soruların cevabı var mı ya da cevapları doğru çıkar mı; onu henüz bilmiyorum. Zira ben henüz ilk kuyunun içinde kendime bir yer arıyorum. Kuyuyu yeni yeni tanıyorum. Daha sorular sormaya çok var yani.

Bilmiyorum hangi romanımdı ama ilk cümlelerini şöyle kurmuştum:

“Ömrüm birilerine derdimi anlatmakla geçti…

Ama anlamadılar!”

Şimdi bütün bu yazdıklarımın elbette bir sebebi var. Özellikle son birkaç zamandır Yusuf Kaplan üzerinden kurulan cümleler, garip yargılar ve enteresan algılar var. Bunların pek çoğunu masum bulmasam da anlamaya çalışıyorum. Acaba diyorum sorun hangisi? Yani Yusuf Kaplan’ı anlamıyorlar mı yoksa Yusuf Kaplan anlaşılamıyor mu? Ya da diyorum ki “Her Yusuf’un kaderi mi bu kuyuya düşmek?”

Ben Yusuf Kaplan’ı doğduğum günden beri tanıyorum. Hayatımın hep bir yerinde öyle ya da böyle vardı ve var olmaya devam ediyor. O kadar çok şey öğrendim ki; bir kısmını anlatmamam da gerçekten çok fazla şey. Özellikle son beş senede Yusuf Kaplan ile ilgili bir cümle kuracak olsam sanırım o cümle tam şöyle olurdu;

“Hocaların hocası olmak yerine talebelerin hocası olmayı tercih eden adamdır Yusuf Kaplan.”

Bir de şu var; her ne kadar Cemil Meriç’in “Asıl yalnızlık anlaşılamamaktır.” cümlesini yukarı yazdıysam da Yusuf Kaplan’ın yalnız olmadığını biliyorum. Zira onu anlayan talebeleri var.