“Bir musibet, bin nasihatten iyidir” der bazıları… Doğrudur da, insan başına gelen bir bela ile aldığı dersi çoğu normal vakitte idrak edemez, anlayamaz ve yaşayamaz belki de. Hem bir şer bin hayır da doğurur ve bizim yani acziyetinden başka hiçbir şeyi olmayan insanın da hesabının, planının üzerinde her vakit bir plan ve bir hesap vardır. Görünenin ardında bir gizli hakikat muhakkak ki bulunur ve biz gibi faniler, iman edenler bilir ki ölüm ile doğulur. Şerden hayırlar doğar, gecenin zifirinden güneş… Sancı çekilmeden dünyaya gelmez bir çocuk, sular kabarmadan durulmaz…

Şimdi sanıyorum ki biz de aynı durumu yaşıyoruz. Sancılar çekiyoruz, acılar çekiyor, belalara katlanıyor, ihanete direniyor ve hatta yine ve yeniden dünyaya meydan okuyoruz. Kim olduğumuzu hatırlıyor, nerelerden geldiğimizi idrak ediyor, milli şuurumuzdaki mefkûreyi yeniden anlıyoruz, Yesevi nefesi dolanıyor yeniden ciğerlerimizde, Alparslan’ın derdini anlıyor, Fatih’in hayalini hayal ediyor ve dünyaya meydan okuyoruz. O düşünce, bu inanış, şu mekân, bu soy diye düşünmeden her mekândan, her yerden, herkesten ve her düşünceden kim varsa hep bir araya geliyor ve yeniden Yunusleyin şiirler söylüyoruz;

Bölüşürsek tok oluruz

Bölünürsek yok oluruz

Yedi Ağustos bize şunu gösterdi aslında, bir olursak, beraber olursak, “Sen kimsin, kimdensin, nerelisin, neye inanırsın, ne düşünürsün?” diye sormadan el ele tutuşursak karşımızda duracak düşmanın ayakları titreyecektir ki öyle de olmuştur. Ve yedi ağustos günü o meydanı dolduran insanlar aslında bu onurlu duruşu içeriye değil dışarıya göstermiş, ecdadın, şehitlerin ruhunu şad etmiş ve üzerindeki ölü toprağını silkeleyip kendi külünden doğan ankâ gibi yeniden bir medeniyete doğmuşlardır.

İhanet denen pislik çukurunun ta dibinde bulunanların da hesapları kendilerine dönmüş, kendi pisliklerine gömülmüş ve bilmeden, hesap edemeden bize şunu anlatmışlardır ve On beş temmuz bize demiştir ki “Durun! Siz kardeşsiniz…” Yoksa biz birbirimize saldırıp, birbirimizle kavga edip, birbirimizi düşman bilip de gidecektik belki de. Başka bir şey düşünüyor, başka türlü yaşıyor diye kendi kendimize kavga etmekten esas düşmanı göremeyecektik. İşte bütün bu şer bildiklerimiz bir hayrı doğurdu ve millet meydanda dünyaya şunu haykırdı; “Artık yeter! Kavgaya gerek yok! Biz kardeşiz…” Şerlerden hayırlar doğuran Allah’a şükürler olsun…

Ve şimdi benim güzel ülkem, Türkiye hamken pişmeye dönmüştür ve kuruluş dönemini bitirmiştir bu musibetler ve bu ihanetlerle. Şimdi ise bu başlayan bir diriliş ve bir ba’sü ba’del mevt, bir yeniden doğuştur ve Türkiye’nin yükseliş dönemi şimdi başlamıştır.

Üstat Necip Fazıl’ın dediği hakikat olmuştur şimdi, hayali gerçek olmuştur:

“Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes!

Ey kahpe rüzgâr, artık ne yandan esersen es!”

Mübarek olsun…