Pensilvanya tarifesiyle vergi ödemeyen, paralel devlet vatandaşlığına itiraz eden ve “hizmet” usulü dindarlığa mesafeli duranların aforoz edildiği bir ruhbanlığın sonuna geldik. Merkeze bağlıörgütsel yapısı, misyoncu gizemciliği ve gösterge ve sembollere dayalı gösterişçi muhafazakârlığı ile tüm dünyada -kendince- “marka değer” kazanan bu örgütlü yapı, toplumsal alanların hemen hepsinde iktidarı ele geçirmişti.

Son yirmi yılda, özellikle de 28 Şubat sürecinin oluşturduğu takiyeci dindarlık sürecine uygun olarak ortaya çıkan bu yapı, kurban, zekat ve ibadet gibi dini alanlarında olduğu gibi eğitimden kıyafete kadar her türlü sosyal yapılarda da bu marka değeri üzerinden Müslümanlar’ın hayatını düzenledi.

“Himmet” odaklı alternatif vergi düzeni, dayatılmış muhafazakârlığa dayalı bağış toplama sistemi ile elini güçlendirerekson otuz yılda göç eden Anadolu halkının şehirde tutunabilmesini sağlayan örgütlü sivil toplum kurgusu ile bu homojenleştirmeyi neredeyse kusursuz biçimde başardı.

Bu potada birlikte kaynatılan muhafazakârlar, artık eski ezberlerini ve geleneksel kodlarını terketmeye, bu modern ve sentetik dine uyum sağlamaya başlamıştı. Selamlaşma, Müslümanca eda, muttaki hava hep bu abiler, ablalar ağzına dönmüştü.

Dindarlar, din adamları, kendilerini bu ruhban sınıf gibi davranmak zorunda hissediyor; mevlitler, kutlu doğumlar ve tasadduk kurumu bu manyetik alanda şekilleniyordu. Bu yeni nesil dindarlık, başlangıçta özen, estetik, temkin, itina ve ihlas alanlarındaki ayrıntıcı şekilciliği sebebiyle her kesimde meşruiyet kazandı.

Devlet ve toplum, bu markalı ve tescilli takvaya teslim oldu. Bu uzun vadeli proje, ağzı temiz, kılığı düzgün, şehirli ve muttaki tavrını şaşırtıcı biçimde bozmaya başladı. Hava değişmiş, artık ağzı bozuk yargıçları, küfürbaz güvenlikçileri, hovarda iş adamlarını ve geniş mezhepli aydınları bünyelerine aldıklarına aldırış etmeden gelenekçi dindarlara, diğer cemaatlere, alternatif yollara ve görüşlere karşı saldırı ve ortadan kaldırma aşamasına geçtiler.

Özellikle de son altı yılda, devletin tapusunu götürmekle görevli oldukları için “aktif” siyaset sürecinegeçtiler. Yakın geçmişteki “hırsız” ve “haramzade”orkestral hareketi de bu takiyecitakvacılığınoperasyonel ürünü idi. Bütün muhalefette ve hatta AK Parti iktidarları içinde bile karşılık bulacak derecede başarılı olmuş, siyaset dilini ve iktidar içindeki dengeleri bile bu algı kontrol etmeye başlamıştı.

Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınan şakirtler, son altı yılda sadece siyaset konuşuyor, küfür seansları düzenliyor, soru çalıyor, şantaj yapıyor, özel hayatlara tecavüz ediyor ve nihayet silahlı terör suçu ile milletin ve vatanın geleceğine ve maneviyatına tecavüz etmeyi göze alabiliyordu. Ama sabahtan akşama kadar da “İslamcı” dindarların içindeki maneviyat yoksunluğuna vurgu yapıyor, bu siyasi çevredeki dindarlığı sakız etmeyi ihmal etmiyordu.

Artık takva kurumunun patenti bütünüyle bu örgütün eline geçmiş ve diğer insanlar ya tabi oluyor ya da günahkâr kullar olarak eziliyorlardı. Devlet ya da bürokrasi, atama ve yükseltmeleri bu “okyanus patentli takva” üzerinden yapıyordu. Önlerine çıkan bireysel ya da kurumsal çıkışlara karşı, yine takvacı eda ile kirli ve müfteri bir itham dili kullanıyor, gerekirse de şantaj yaparak ortadan kaldırıyordu.

Hidayet kapısı kapanmış, tek çıkış “hizmet” örgütüne açılan pencereden yapılıyordu. Başka çıkış yolu olmadığını görenler itaat ediyor, etmeyenler de hem bu örgütten hem de ayırımına varamadıkları için bütün İslami alanlardan kaçmaya başlıyordu.

15 Temmuz Milli Kurtuluş Günü’nün en önemli işlevi, insanlara dayatılan bu hastalıklı hidayet tüccarlığının iflas etmiş olmasıdır. Fetişistve markacı muhafazakârlığınsiyaset ve ticaretle ilişkilendirildiği bir piyasa takvacılığının daha sonuna gelinmiştir…