Duygusal olamayız…

Duygusal olmamalıyız…

Duygusal olma!

 *

Çoğu zaman bu önermelerle bir suçlamaya muhatap kalır insanlar.

‘Duygusal olmayı’ bir zaaf, bir eksiklik ve hatta utanılacak bir şey sandıklarından olsa gerek, mütemadiyen bu ikazlarla kişinin doğruyu (?) bulması önerilir.

İyi de, duygusal olmak kötü bir şey mi?

Dahası, duygusal olmayan nasıl insan olmayı becerebilir?

 *

İçine ‘duygu’ların karıştırılmayacağı yegâne husus, şüphesiz ki, ‘hukuk’, yani bir anlamda ‘hüküm verme’ konumudur.

Adaletin zedelenmemesi için hüküm veren kişi, bu fiile duygularını karıştırmamalıdır.

Dikkat edin, ‘işine duygularını karıştırmamalıdır’ diyoruz, yoksa hâkim de olsa bir insanın duygusal olmaması normal bir durum değildir.

Bunun dışında bir insanın işine duygularını karıştırmadan hayatını idame ettirmesi mümkün değildir.

 *

‘Duygusal olmamalıyız!’ önermesi, kişiye sadece ve sadece bir makine muamelesi yapmaktadır yahut kişiden bir makine nötrlüğünde olmasını istemektedir.

Zira insanla birlikte hayvanların ve hatta bitkilerin bile duyguları vardır.

Hayvanların insanla iletişimini sağlayan en önemli faktör, şüphesiz ki duygularıdır.

Sevdiği insana sürtünen, onlara karşı zaafını belirtmekten kaçınmayan kedi ve köpekleri düşünün…

Ve tabii ki diğer hayvanları…

Yoksa sadakat başta olmak üzere hayvanların insana olan bağlılığını ifade eden davranışlarını nasıl izah edebiliriz ki…

Tıpkı, zarar geleceğini hissettiği insana hırlayarak veya kendi fıtratı mucibince reaksiyon göstererek mukabelede bulunmasını izah edemeyeceğimiz gibi tabii ki…

 *

Sadece hayvanlar bu iletişimdeki unsurlar değil elbet…

Bahçesindeki çiçekleri sevgi sözcükleriyle yetiştiren, onlara şefkatle dokunan, okşayıp seven babaannelerin, annelerin hikâyelerini çok dinlemişizdir değil mi?

Buna mukabil, mezkûr sevgi sözcüklerine muhatap kalan çiçeklerin nasıl da serpilip büyüdüğüne, güzelleştiğine dair az rivayet duymadık… 

 *

Merhum Cemil Meriç, ‘Objektiflik namussuzluktur!’ derken, objektivitenin namus hissini kapsamadığını veciz bir biçimde ifade etmekle birlikte, ‘duygusal olmayı’ bir zaaf zanneden nadanlara da telmihte bulunmuştur şüphesiz…

Buradaki ‘namussuz’ nitelemesi, bir ithamdan ziyade bir tespit içermektedir görüldüğü üzere…

 *

İnanan bir insanın hayatını anlamlı kılan değerlerin ‘duygu yoğun’ olduğunu dikkate aldığımızda, ‘duygusal olmamayı’ öneren anlayışın, aslında müminlerden neleri terk etmesini istediği daha açık görülecektir.

Oysa şu ayet meali, bir Müslüman’ın iman etmesini anlamlı kılan yegâne unsurun sevgi olduğunu kayıt altına almaktadır: 

 “De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin.”   

Yani, duygusal bir olguyla, iman etmenin hazzını yudumlayın.

Aklınızı ve objektif yeteneklerinizi ‘duygu’larınızın emrine verin ki, hakikat tecelli etsin!

Duygunuzda samimi olun ki, iki cihan saadetine ulaşabilin…

 *

İnsanlardan, duygularından soyunarak, tıpkı bir bilgisayar gibi tamamen veriler üzerinden hareket etmesini, hesap kitap yapmadan tek bir adım dahi atmamasını, merhamet ve şefkat nedeniyle mazlumlardan yana olmamasını, objektif manada çıkar sağlayacağı kanaatiyle zalimin yanında saf tutmasını, bunun ‘zulmün ta kendisi olduğunu’ savunanlara kulak asmamasını isteyen bir idrakin, Müslüman için bir kıymet-i harbiyesi olabilir mi?

Oluyorsa ona ‘Müslüman’ denilebilir mi?

 *

Dünyanın, ayetin işaretiyle ‘Bir oyun ve bir eğlenceden ibaret olduğu’ tespitiyle bakıldığında, ‘oyundan haz almanın yahut üzüntü duymanın’ bile ancak duygularla mümkün olabileceği gerçeğini dikkate aldığımızda ‘duygusal olmayın’ önermesinin ne denli vahim bir muhtevaya sahip olduğunu rahatlıkla müşahede edebiliriz elbette.

 *

Duygularına itimat edip, ‘Allah için sevmeyi, Allah için buğz etmeyi ve Allah rızasını gözetmeyi’ seçerek, objektif kriterlerin sertaç eylediği  ‘reel politiğin canı cehenneme’ diyebilenlere ne mutlu…